7 Aralık 2022 Çarşamba

Geleceğin dünyasını kuracak olan dil Türkçedir

Ülkemizin içinde bulunduğu kısır döngüyü, özellikle gençlerin eğitim öğretim düzeylerindeki gerileme, dünya meselelerine kafa yormak yerine internet sosyal mecralarında savrulmalarını dert edindiği için bir medeniyet tasavvuru yapmaya çalışan arkadaşımızın son tahlilde Türkçe ile felsefe ve bilim yapamazsınız sözüne cevap vermeye hazırlanırken bir de astronomi ve uzay bilimlerine ilgi duyanlara Arapça öğrenmeyi tavsiye etmesi yazımızı öne almamızı gerektirdi. Bu durum ilerde örnekleneceği gibi tipik Tanzimat aydını çelişkisinin günümüze yansımasıdır.

İnsanlar, bilmedikleri, araştırmadıkları konularda o konuların sloganlarını doğruymuş gibi algılarlar. Sonra da sloganını bildikleri konuları bildikleri yanılsamasını yaşarlar.  Türkçenin bilimsel dehası ve matematik yönü hakkında bilgisi olmayan ve bu konuyu araştırmayanlar meşhur slogana sığınırlar. Türkçe ile bilim veya felsefe yapılmaz. Yani geri kalmamızın sebebi dilimizdir.

Siyasi görüşü ve kâinat algısı geçmişte kalmış, Cumhuriyetin kazanımlarını içselleştirememiş, bu yönüyle düştüğü yerden kalkıp ağır aksak günümüze tekrar yürümeye çalışmak diye özetlenebilecek bakış açısına sahip olanlar şunu iddia ederler: ''Bizim son derece zengin bilim yapmaya, üretmeye son derece müsait bir dilimiz varken, bir gece yattık sabah kalktık baktık ki o dil yok. İşte şimdi yabancı dillerle, kelimelerle bilim öğrenen ve öğreten bir ülke derecesine getirildik. Binlerce kelime ve kavram unutturuldu. Sözlüklerden çıkarıldı. Kelime ve kavram üretmeye son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. Mevcut şekliyle Türkçe ile felsefe yapamazsınız."

Çözüm: Geçmişe dönelim, günümüzde karşılığı kalmamış bu kelimeleri diriltelim, dedelerimizin mezar taşlarını okumayı öğrenelim. Bugün yaşarken babasının duasını almaktan, annesinin rızasını kazanmaktan uzakta kalmış, bu duyguları tamamen kaybetmiş nesil dedesinin mezar taşını okuduğunda toplum olarak başımız göğe erecek sanki. Neyse meselemiz bu değil.

Yanlış teşhis, teşhis değildir. Sadece yanlıştır. Bir de bu teşhis üzerinde uygulamalara geçilirse sağlam olan hastayı da kaybederiz. Şu an kazanımlarımızın tartışıldığı, milleti ayakta tutan dilimizin tartışıldığı bir vasatta dilimizin yetersizliğinden dem vurup bindiğimiz dalı kesmeye çalışıyoruz.
Türkçenin yetersizliğini vurgulayanlar önce "Türkçe ile felsefe, bilim yapılmaz, bilim dili kurulmaz' deniyor. Bunların tamamı ırkçılık kokan açıklamalardır. Irkçılık ihtiva eden bir düşünüş biçimidir. Dünyadaki tüm diller gibi Türkçe de zengin kelime hazinesiyle, bu dili konuşan herkese sonsuz, sınırsız, engin bir muhayyile sunabilecek güce sahiptir." görüşünü de dile getirmişti. Demek ki bu konuda kafaları net değil bu nedenle ikircikli bir yaklaşım sergiliyorlar.

Tanzimat Dönemi edebiyatının üç büyükleri arasında gösterilen Ziya Paşa ''Şiir ve İnşa'' makalesinde ''gerçek şiirimizin halk şiiri olduğunu söyler'' bu bakış açısına göre divan şiiri Arap ve Fars estetiğinin yansımasıdır ve Türk estetiğinden oldukça uzaktır. Aynı Ziya Paşa gün gelir divan şiirinin seçme örneklerinden bir antoloji hazırlar, bu antolojinin ön sözünde ise bu defa görüş değiştirir, ''Gerçek şiir divan şiiridir.'' der. Bununla da yetinmez ''Halk şiiri, divan şiirinin yanında eşek anırması gibidir.'' der. Fikirleri arasındaki 180 derecelik savrulma Tanzimat aydınının kafa karışıklığının bir tomografisidir. Bu durum da Namık Kemal sessiz kalamaz, hezeyan dolu bu ''Harabat'' öz sözündeki görüşleri ''Tahribi Harabat'' eseriyle eleştirir.
Lakin bunlar kısır döngüdür. Divan şiiri de bizim şiirimizdir. Yedi asırlık bir süre estetik bir zevk olarak yaşanmış, binlerce örnek sanat eseri oluşturulmuştur. Halk şiiri de bizim şiirimizdir. Kökeni İslamiyet öncesine hatta tarihin bilinmeyen dönemlerine dayanır. İkisi de bizimse niçin tercih yapmak zorunda kalalım ki? Neyse konumuzdan sapmayalım.

Bu yazıda vurgulamak istediğim bu sözlerin altındaki örtülü mesajlardır: Türkçe demek Türk demektir. O zaman Türk yetersizdir. Arapça demek Arap demektir. O zaman Arap daha üstündür. Türk milliyetçiliğinden imtina edenlerin gönüllü Arap milliyetçiliği propagandası yapması da Tanzimat aydınının çelişkisine benzer günümüz aydınının(!) çelişkisidir.

Aydın; dünü bilen, bugünü yorumlayan, geleceği ön görebilen insandır. Bu yönüyle her ne kadar bu sıfat çoğu için birkaç beden büyük gelir. Çünkü bunlar inşa etme görüntüsü altında bile imha gayretlerinden vazgeçmezler. Kur'an'da da bu kafalar şöyle vurgulanır. ''Niçin bozgunculuk yapıyorsunuz?'' denildiğinde onlar ''Bilakis, biz imar ediyoruz.'' derler.

Bir hareket inşa (yapım) hareketi mi imha (yıkım) hareketi mi anlamak istiyorsanız turnusol olarak size Prof. Dr. Haydar Baş'ın: ''Dinî değerlerimiz ve millî değerlerimiz yazı ve tura gibidir, birbirinin tamamlayıcısıdır.'' sözünü hatırlatırım. Kim dinî ve millî değerlerimizin ayarlarıyla oynamaya çalışıyorsa o, imha hareketidir. Kendisini nasıl tarif ederse etsin, hangi kamuflaja bürünürse bürünsün tespit edilip etki alanı daraltılmalıdır.
Türkçeyle felsefe yapılmaz iddiasına verilen yanıtların birkaçını siyasi ithamlardan arındırarak paylaşmak istiyorum: Bir bilim insanımız: "Biz Türkçe felsefe yapıyoruz, yayınlarımız da var. Türkçe bugün felsefe yapmaya çok elverişli bir dil. Kullanılan terimler, Batı dillerindeki gibi yüklü değil. Bu da Türkçe felsefe metinlerinin okura ulaşmasını kolaylaştırıyor" diyor. Bir başka bilim insanımız "Her anadilde felsefe yapılabilir. Tarihsel koşullarda bazı diller gelişmemiş olabilir ama Türkçe bunlardan biri değildir.'' Bir başka bilim insanımız: "Her filozof dili, kendi söylemi olarak yeniden yaratır. Şiir geleneği bu denli güçlü olan bir dilin felsefece güçlü olmaması mümkün müdür? Felsefe günlük dille, doğal dille yapılır ve Türkçe de felsefece işlenmiş doğal dillerden biri olarak bu bağlamda çok başarılıdır."

Peki, bu cevapları kim okuyor? Kim meseleyi araştırıp derin analizler yapıyor? Kim haksızlığı fark edip Türkçenin hakkını vermek gibi kendisine bir görev alanı belirliyor? Tüm bunlar varsa bile bu çalışmalardan kimin haberi var? Bir cümleyle yıkılanı tekrar yerine koymak ne kadar zaman alır?
Ülkenin banisi ve yol göstereni Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün: "Türk dili, zengin, geniş bir dildir; her mefhumu ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız, onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lâzımdır. […] Türk milletini ve Türk dilini medeniyet tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz." [Mustafa Kemal Atatürk][1] (1. Korkmaz Z (Hazırlayan), 1991. Atatürk ve Türk Dili: Belgeler. Türk Dil Kurumu, Ankara. s. 369.) sözünü tekrar millî siyasetimizin temel dinamiği haline getirmemiz gerekir.
Türkmen düşmanlığı ve Fars hayranlığıyla siyaset belirleyen ve Türk dilini saraydan ve edebiyattan sokağa atan Selçuklu anlayışını "Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır." fermanıyla ortadan kaldıran duruşun kıymetini idrak etmemiz gerekmektedir. (Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277)

Çok uzaklara gitmeyelim: ''Bilim dili matematiktir. Matematiğe en yakın dil, Latince, İngilizce veya Fransızca değil Türkçedir. Ama eğitim dilini gönüllü değiştiren tek ülke de Türkiye'dir.'' Diyen Oktay Sinanoğlu'nu tekrar okumamız gerekir. Onun. ''Akla hükmeden gönül olmalı. Akıl bilgisayar gibidir, hesaplamaya yarar. İnsana nereye gideceğini ise gönül söyler. Toplumun da gönlü kültürdür. Kültür, Hakkâri'nin köyünde bale gösterisi yapmak değildir. Her ülkenin kültürü vardır. Dilini unutan millet, gönlünü batırmış olur, bu yüzden tarihten gelen bütün birikimi, kültürü gider. Gidince, seni köle yapmak isteyenlerin kölesi olursun. Çünkü bir milleti askeri yöntemlerle ancak bir süre köle yapabilirsin. Milletleri, her şeyini yok edip ilelebet köle yapmak istersen, dillerini yok edersin. Bunu iyi düşünün. Milletler, tarihten böyle silinmiştir." düşüncelerini üniversite düzeyinde sempozyum konuları haline getirip tartışmamız gerekir. Yoksa Tapularını İsrail'e satıp torunlarını vatansız bırakan Filistin mirasyedilerine dönüşürüz. Maalesef yabancıya toprak satışı kısa sürede millî güvenlik sorunu haline gelecek gibi gözükmektedir. Oktay Sinanoğlu, böyle gönüllü olarak köle olmak isteyen bir toplumun ilk kez görüldüğünü söylemiş, bazı kişilerin "Adam toprağı cebine alıp gidecek değil ya" sözlerine, "Adam cebine koyup gitmez, daha kolayı var; seni sepetler. Sepetleyecek de görürsün" diyerek yanıt vermişti.

"Bu dil ağzımda annemin sütüdür." diyenlerin, (Yahya Kemal BEYATLI), "Türkçem, benim ses bayrağım!".  (Fazıl Hüsnü DAĞLARCA) anlayışıyla toplumunu yüceltmeye çalışanların yerini Türkçeyi yetersiz görenlerin hezeyanları almışsa suç biraz da sende değil mi aziz milletim?
Gelelim Türkçeyle felsefe yapılmaz meselesine. Dünü bilmeyen, bugünü kavrayamayan ve geleceği ön göremeyen beyin, suçu kendinde aramak yerine döner beynini çalıştıran şifre ve sembolleri yani dili suçlar. Sanki kendisinde idrak yolları enfeksiyonu yok da malzeme olarak kullandığı sistem yani dil suçlu! Sanki Türkçeyle felsefe yapamıyordu, İngilizce, Almanca, Fransızca ya da bunların atası Latince öğrenince bir aydınlanma yaşadı, felsefede çığır açtı! En azından böyle bir iddia bir örnekle olsun desteklenmez mi? Bu duruma bir örnek olsun gösterilmez mi? Falanca Türkçeyle yapamadığı düşünce üretimini falan dili öğrenerek ortaya koydu, adını felsefe tarihine altın harflerle yazdırdı. Bir örnek…
Ama ben size Türkçeyle nasıl felsefe yapılabileceğinin hem de halkın konuştuğu Türkçeyle hem de şiir şeklinde üretilebileceğinin örneğini vereceğim. Kim mi? Hepiniz yakından tanıyorsunuz. Tabi ki Yunus Emre. O: İslam'ın ölçülerini, Türk yorumuyla çağlar öncesinden sistemleştirdi ve temel prensiplerini şiirleriyle ortaya koydu. O bir nevi İslam felsefesi olan tasavvufu hem Türkçeyle hem de şiir şeklinde ölçü ve kafiyeyle ortaya koydu ve bunu yaparken hiç zorlanmadı. Mucize mi görmek istiyorsunuz işte:

''Beni bende demen, bende değilem
Bir ben vardır bende benden içeru…''

Bu aynı zamanda bir ''sehli mümteni'' örneği. Yani o kadar basit ki ben de söylerim, dersin ama söyleyemezsin. Zor konuları o kadar kolay söylersin ki herkes ben de söylerim zanneder. Buyur dersin, ''Sen de söyle feyz alalım.'' dersin. Hemen deve kuşuna bağlar. ''Uç dersin, ben deveyim; yürü dersin, ben kuşum…''

Bu ifadeyi önce Türkçe grameri açısından ele alalım: 11+11 = 22 hecedeki dil bilgisi kuralları:
İlk 11: "Beni": Kişi zamiri I. tekil, belirtme hal eki almış basit sözcük. "Bende": Kişi zamiri I. tekil, bulunma hal eki almış basit sözcük. "Demen": de- fiili, olumsuz emir çekimi, ikinci tekil kişi, demeyin sözünün Anadolu'daki halk söyleyişi, yüklem görevinde kullanıldığı için bulunduğu cümle fiil cümlesi... Bir sonraki yargıyla virgül kullanılarak birleştiği için sıralı cümle... ''Bende değilem": söz öbeği, yüklem, ek fiilin isim çekimi olumsuz, birinci tekil, ayrıca yüklem isim olduğu için bulunduğu cümle isim cümlesi...

İkinci 11: ''Bir'': bu dizedeki görevi belgisiz sıfat, ''Bir'' sözcüğü ayrıca sayı ismi, edat, sayı sıfatı, durum zarfı olarak da kullanılabilir... ''Ben": Zamir birinci tekil, sesteş bir kelime, ikinci anlamı: vücuttaki siyah leke... ''Vardır": Bu cümlede bulunmak anlamında isim, ek fiili isim çekiminde kullanılan bildirme eki "dir" almış. Bu ek fiillere geldiğinde kesinlik veya ihtimal anlamı katıyor. Burada isme gelmiş ve bildirme anlamı katmış... "Bende": Kişi zamiri, bulunma hal eki anlamının dışında ''uyan, tabi olan, ram olan kişi anlamı da var... Yani dizeden "beni, tabi olan bir bendedir, derviştir demeyin, bende değilim, derviş değilim, anlamı da çıkıyor... "Bir": burada sayı sıfatı... "Ben": kişi zamiri, vücutta bulunan siyah leke, kişinin özü, zübde, Allah'ın muhatap olarak aldığı öz... "Benlik": dersek anlam değişir, varlık iddiası, egoizm anlamlarına da ulaşılır... "Benden içeru": Ben kişi zamiri, - den ayrılma, çıkma eki... "İç": isim, dışta olmayan kısım, derinliklerde saklı, gizli olan, üzeri örtülü olan... Fiil anlamı, içmek, içine almak... Ayrıca bu kelime hem isim hem fiil olarak kullanılabildiği için kökteş bir kelime...

Bu iki dizenin anlam olarak neyi içerdiğini merak eden okurlarımıza Prof. Dr. Haydar Baş'ın Makalât'ındaki ''Ruh Neyi Arıyor?'' makalesini tavsiye ederim ki bu 22 hecenin evsafı bir makale hatta başlı başına bir kitap konusu dahi olabilir.
Hani Türkçeyle felsefe yapılmazdı? Celaleddinî Rumî'nin eserini Farsça yazması, Türkçenin yetersizliğinden değil onun Türkçe'yi bilmemesinden, Türkçeyi öğrenmemesi ise Türkleri ve onların dillerini devrin modasına uyup aşağı görmesinden. Hatta bu modayı belirleyenlerden birinin de Mevlâna olduğu bilimsel olarak ortaya konmuştur. (Bknz: Mikail Bayram, Ahi Evran-Mevlâna Mücadelesi)

Özet olarak; Türk'ü aşağı görenler, Türk'ü aşağı gördüğünü gizlemek için ''Osmanlı'' kelimesinin ardına saklananlar, Yunus Emre'nin tek kelimeye hâl ekleri getirerek oluşturduğu anlam derinliğini anlayamayanlar çıkmışlar Türkçenin düşünce üretmeye yetmeyeceğini söylüyorlar. Türkçeyi kullanarak ilk ürettikleri düşünce bu. Ne diyelim eğer tasavvur ettikleri medeniyetin çıkış noktası buysa: ''Vatana, millete geçmiş olsun...''
Gelelim meselenin künhüne: Oynamayı bilmeyen gelin, yerim dar, dermiş. Türkçeyi bilmeyip bildiğini zannedenler, bu yazılanlardan hiçbir şey anlamayanlar, ilmin gerektirdiği edebe bürünsünler ve lütfen Türkçe hakkında sallamasyon yargılarda bulunmasınlar...
Köpeksiz köy bulmuş, çomaksız dolaşıyor edasıyla bu tür iddialarına devam ederlerse her devrin Ali Şir Nevai'si, Kaşgarlı Mahmut'u, Karamanoğlu Mehmet Beyi', Fuzuli'si, Yunus Emre'si, Mustafa Kemal Atatürk'ü, Oktay Sinanoğlu'su, Atilla İlhan'ı çıkar yakalarına yapışır. Benden söylemesi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder