24 Ocak 2023 Salı

MİLLİ EKONOMİ

 mem Hayatını insanlığın hizmetine adayan bilge insan Prof. Dr. Haydar Baş milletimizin bu durumuna duyarsız kalamazdı. Gecesini gündüzüne katarak şahsına münhasır bir model olan ?Milli Ekonomi Modelini? hazırladı. ?Durun, buralar çıkmaz sokak? diyerek gerçek çözümün adresinin ?Milli Ekonomi Modeli? olduğunu gösterdi. Evet, insanlığın beklediği ses, bu ses işte? Dünya çapında bilim adamları, Prof. Dr. Haydar Baş beyin bu sesine kulak verip, onun bu tezini deklere etmektedirler. Bilim adamları düzenlenen 4 Uluslararası Kongreyle; ?Milli Ekonomi Modeli? ve ?Sosyal Devlet Mille Devlet? tezini dünyaya haykırdılar. Vatandaşımızın bu fırsatı değerlendirmekten başka yolu kalmamıştır. Sadece Türk milletinin değil, bütün insanlığın sosyal sıkıntılarına son vermek istiyorsanız; Ey ehli vicdan, duyun bu sesi..![

Milli Ekonomi Modeli

TAKDİM / Prof. Dr. Ata SELÇUK

İnsanın tabiatı icabı, kısa ve mutlu dönemler ha­riç, daima ihtirasları ön plana geçmiş, bunun neti­cesinde toplumun her zaman hükümran bölümü ekonomik refah içinde olurken, diğer bölümleri, değişen oranlarda sefalet ve yokluğa doğru giden kaderde birleşmişlerdir. İdare edenlerle açlık çe­kenler arasındaki topluluk, yetenekleri nispetinde pastadan parçalar koparmaya ve bu nedenle idare edenlere yakın olmaya çalışmışlardır. Orta sınıf o­larak isimlenen nüfus, devletlerin kaderleri üzerin­de etkili olmuştur.

Toplulukların ekonomileri onları idare eden kralla­rın veya başkanların ağzından çıkan emirlerle oluştu­ğu devirlerde, ekonominin herhangi bir kesin kuralı yoktu. Kurallar, baştaki sahsın huyuna, karakterine, ahlakına, aklına ve yeteneklerine bağlı olarak tama­men emir ve direktifleri ile oluşmakta idi. Bu nedenle tarih boyunca güçlü devlet olmanın en etkin şartı a­daletli paylaşım olmuştur. Sömürü düzeninin kurucu­ları olan kapitalist ülkeler, KÜRESELLEŞME adını verdikleri, aslı sömürme olan sistemle, gelişmekte o­lan ülkelerin tüm kaynaklarını ele geçirme operasyo­nunu hızla sürdürmektedirler. Sömürü düzeni beşeriyet ile birlikte devam edip gelmektedir. Güçlü olan daima sömürmüş, zayıf olan daima köle olup ezilmiştir. Yüzelli yıldır kapitalist dü­zen, harpler, ekonomik olarak borçlandırma, özelleş­tirmeye teşvik ve hükmetme yolu ile sürdürülmekte­dir. Her türlü kaynakları tükenmiş olan, çok gelişmiş kabul edilen bu ülkeleri aslında ayakta tutan geliş­memiş ülkelerin kaynaklarıdır. Bu kaynakların kısıt­lanması, durumun tamamen tersine çevrilmesi de­mektir. Son yarım asırda harp etmekten ziyade, barış ve beraberlik kandırması ile, teknolojik üstünlükle­rini tüm dünya ile paylaşmak istedikleri yalanını koz olarak kullanan gelişmiş ülkeler, geri kalmış a­ma aslında hazineler üzerinde oturan ülkeleri, KÜ­RESELLEŞME taktikleriyle avlamayı başarı ile hız­la sürdürmektedirler. Küreselleşmenin bir şartı olan ÖZELLEŞTİRME yağması ile ülkelerin gelir getiren kurumlarını, strate­jik önemi olan kurumlarını ele geçirmektedirler. Ülke­de söz sahibi olan büyük yerel şirketleri önce küre­sel, tanınmış şirketlerle ortaklık yaptırıp, daha sonra tek başına ele geçirme operasyonlarını sabırla ger­çekleştirmektedirler. Bütün bu taktik ve planlarla gelişmekte olan ülke­lerin üretimlerini ele geçirerek, kalkınma ve rekabet çabalarını yok etmeğe devam etmektedirler. Geliş­mekte olan ülkelerin büyük çapta yeraltı kaynakları küresel güçlere ait büyük şirketlerin ellerine geçmiş veya geçmek üzeredir. Para politikaları tamamen IMF ve Dünya Bankası'na teslim edilmiş, emisyon o­layına hiçbir şekilde müdahale imkanı bırakılmadığın­dan, tüm emek ve üretimleri de küresel sömürünün elinde kalmıştır. Senyoraj hakları dahi onlara yabancı para olarak fa­izli borç şeklinde verilmekte ve bu durumda tüm insan­lık küresel güçlere köle durumuna düşmektedir. Bura­ya kadar anlatılanlar küresel veya kapitalist ekonomi­nin yüzeysel manzarasıdır. Küresel güçlerin, en çok çekindiği ULUSAL devletler olduğundan, öncelikle he­def olarak ulusal devlete yatkın topluluklar üzerinde a­cil planlar üretmektedirler. Özelleştirme ve borçlandır­ma taktikleri, kültürlerarası işbirliği çalışmaları bu plan­ların önde olanlarıdır. Milli Ekonomi Modeli bu nedenle milli devletin ol­mazsa olmazıdır. Ve küreselleşmenin panzehiridir. Kapitalist ekonominin kolayca uygulanabilmesi için i­lim adına empoze edilen ekonomik modeller vasıtası ile tüm ülkeler pembe hayaller ile uyutulmaktadır. İşte bu eser, hakikatleri gözler önüne sermekle, mevcut ekono­mik teorileri, uygulama temeline dayalı net matematik­sel formülleriyle yerle bir etmektedir. Bu eserden de an­laşılacağı gibi Milli Ekonomi Modeli her topluluğun eşit şartlarda ekonomik gelişimlerini düzenlemektedir. Milli Ekonomi Modeli tüketim yanlısı bir modeldir. Yani, toplumu oluşturan bireylerin tamamının belli bir gelir düzeyine çıkartılmasını hedef almaktadır. Bunun neticesinde küresel güçlerin küçülte küçülte ortadan kaldırmak üzere olduğu ülkeler, bu modelle tekrar bü­yük ve güçlü devletler haline gelecektir. Toplumda fa­kir, aç, işsiz kalmayacaktır. Herkesin temel ihtiyaçları karşılanacak devlet sosyal bir devlet, yani baba devlet olacaktır. Devletin her türlü kaynakları, devlet-millet iş­birliği ile kullanılacaktır. Milli Ekonomi Modeli, daha önce kendilerine yeter du­rumda olan ülkeleri yeterli oldukları dallarda politikalarına müdahale ederek, kendilerine bağımlı hale getiren kapi­talist ülkelerin her türlü müdahalelerini boşa çıkaracaktır. Tarımda, ormancılıkta, hayvancılıkta ve her türlü ü­retimde halkı ile birlikte, vergi almak yerine faizsiz kredilerle halkına destek ve en önemlisi her kesim­deki fertlere emeklilik hakkı tanıyan, ürettikleri her mamule alım garantisi veren tam bir sosyal devlet o­luşacaktır. Modelle, sömürme ve sömürülme ortadan kalkacaktır. Bunun yerini adaletli bir dayanışma ve paylaşma ortamı alacaktır. Ekonomi, topluluktan topluluğa, o kimselerin kültürel yapısına göre değişim göstermesi gereken bir uygulamadır. Yıllarca Hıristiyan kültürünün ürü­nü olan ekonomi politikalarının uygulanması bizi çıkmazlara sürüklemiştir. Kapitalist düzenin para ve faiz uygulamaları, para ile para kazanma im­kanları, paranın belli merkezlerde toplanması ger­çeği kaçınılmazdır. Milli Ekonomi Modeli'nde ise, uygulama tamamen bizim kültürümüzün bir ürünüdür. Gelir dağılımında denge, sürekli büyüme ve tam istihdam çok uyumlu biçimde gerçekleşmektedir. Sosyal devlet olmanın gerekli temel şartları da bunlardır. Faiz olmaması enflasyonun sıfırlanmasıdır. Bizim kültürümüzde yalan söylemek yasaktır. Bu gerçek bilindiği halde liberal ekonominin vergi alma tekniği esnafımızın yalan söylemesini mecbur hale getirmiş, ayakta kalmak için devletine yanlış ve ek­sik beyanlarda bulunmuşlardır. Bu nedenle ruhsal o­larak suçluluk hakimdir. Milli Ekonomi Modeli'nde, yüz milyarın altında kazanan her kim olursa olsun kendisinden vergi alınmayacak olması, halkımıza kendine güven ve inançlarına uygun hareket etme­nin mutluluğunu kazandıracaktır. Ve daha fazla im­kanlara sahip olmak için gelişme çabalarını sürdür­meye devam edecektir. Şunu açıkça söylemekte yarar görüyorum. Kapi­talist düzene göre ekonomi: İnsanın sınırsız ihtiyaç­larını karşılamak için sınırlı imkanların kullanılması olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma dayanan ekonomi kendi toplumunun menfaati için diğerlerini ezecektir. İşte bu nedenledir ki sömürü, savaş, işkenceler ve haksızlıklar dünyaya hakim olmaktadır. Şurası muhakkak ki insanın ihtiyaçları sınırsız değil aksine yaradılışı nedeni ile bir elin parmakları sayısı kadar bile değildir. Yeme içme, giyme, aile kurma vs... Ama ona sunulan imkanlara baktığımızda, tüm ihtiyaçlarına karşılık sayılamayacak kadar çok alterna­tifler ve bolluk vardır. Seç, seç ye; beğen, beğen giy; seç, seç al. Demek ki ekonomi bilimi denilen ve toplumu yanlış bir tanımın peşinde sürükleyen, uğrunda harpler yapı­lan, sayısını söylemede zorluk çekilen milyonlarca e­serler yazılan sayısız öğrenci ve öğretmen yetiştirilen sonunda bir hiç olduğu, Prof. Dr. Haydar BAŞ tarafın­dan cesaretle gösterilen temelsiz bilimin, beşeriyet a­dına tam bir SKANDAL olduğu gerçeği ile karşı karşı­ya gelinmiştir. Zaten uygulamalarda da görülmektedir ki sadece yüzde on gibi bir nüfus bu ekonomiden yarar sağla­mış, geride kalanlar ise daima ezilmişlerdir. Halbuki bunun tamamen aksinin olması, hatta yüzde yüzü­nün hayatlarını rahatça sürdürmeleri topluluklar için idealdir. Prof. Dr. Haydar BAŞ Bey'in yazdığı ve senelerce beyan ettiği Milli Ekonomi Modeli ilk önce ekonomi­nin tanımını düzelterek: sınırsız imkanları, insanın sı­nırlı olan ihtiyaçlarına kullanma ilmi olarak tanımla­mıştır. Hakikat bu olduğuna göre, kapitalizm ihtiyaç­ların değil fakat ihtirasların peşine düşmüş demektir. Bu nedenle yıllar boyu ilim adına temelde bozuk bir düzenin teorileri yapılmış tüm insanlık bunu bilim zannedip uygulamıştır. Teknolojide ileri olan toplu­luklar, GLOBALLLİK demogojileri ile bir türlü kalkı-namayan ve global güçlerin ihtiraslarının oluşmasını sağlayan toplulukları resmen suistimal etmiştir. Milli Ekonomi Modeli sınırsız imkanları halkın ö­nüne sermiş, devleti, vergi toplayan, tefecilik yapan ve milletini global güçlere köle eden bir devlet halin­den, halkına sahip çıkan, onlardan vergi alacağına, onlara maddi imkanlar tanıyan, üretime katkı sağla­yacak bir tüketim topluluğu ortaya çıkaran bir sosyal devlet haline getirmiştir. Fakirlik terimini tamamen lügatten çıkartan, her ferdinin gerekli ihtiyaçlarını kimseye muhtaç olmadan temin etmesini sağlayan bir baba devletin oluşmasını sağlamıştır. Aynı zamanda parayı, sadece bir mübadele ve değer saklama aracı olmaktan çıkarmış, ona kal­kınmada tahrik unsurluğu, mal ve hizmet karşılığı olma özelliği kazandırmıştır. Yani parayı para ya­pan gene Prof. Dr. Haydar BAŞ Bey olmuştur. Bu eser bütün bu işlevleri geniş olarak dünyanın gözü önüne sunmaktadır. Dönüp geriye ibret ile baktığımızda, asırlar boyu insanlara ekonomi bilimi olarak anlatılan, onbinler-ce makale yazılan, konferanslar düzenlenen, işin garibi, sayısız master ve doktoraların yapıldığı, ya­ni nalıncı keseri ile yontula yontula son durumuna gelen, uğrunda milyonlarca insanın perişan olduğu yanlışa dayalı ve küreselleşmeye destek bir eko­nomi modelini getirenleri, gafletleri veya gizli gaye­leri ile başbaşa bırakırken, ben, bunların karşısın­da güçlü bir model ve bir hakiki eser görmekten i­lim adamı olarak mutluluk, milletim adına gurur duymaktayım. Kalkınamayan, global bataklıkta kalkınmak için çır­pındıkça daha da batan topluluklara müjdeler olsun! Milli Ekonomi Modeli ile Sosyal Devlet Projesi'ni orta­ya atan, zayıf devleti değil her işte halkı ile eşit şartlar­da el ele güçlü bir devleti, yani baba devleti tanıtan bu eser kurtuluşumuza kaynak olacaktır. Şunu asla unut­mayınız, bu model ekonomide bir alternatif model de­ğildir. Zaten yukarıda anlatıldığı gibi temelden yanlış bir modelin alternatifi nasıl olur ki. Ekonomi bilimi bu temel eserle gerçek olarak başlamıştır. Bu bir tarihi o­laydır. Bu eser sonsuza kadar rehber ve ders kitabı o­larak anılacaktır. Bilime yaptığı bu katkıdan dolayı Sa­yın Prof. Dr. Haydar BAŞ Bey'i tebrik ediyor, Allah'tan (c.c) başarılar ve sağlıklar diliyorum. Prof. Dr. Ata SELÇUK Fırat Üniversitesi...                    MİLLİ EKONOMİ NEDİR?                                                   1- Tamamen kendi insanımızın emeği, çalışması ve üretimiyle ülkemizin kalkınmasını ve ekonomik bağımsızlığını hedefleyen ekonomik modeldir. 2- Bu yönüyle milli kalkınma modeli, ülkeleri sömürmeyi hedef alan küresel güçlere karşı verilen mücadelenin de adıdır. 3- Bu model bir alternatif değil, ekonomik savaşın yaşandığı günümüz dünyasında yegâne kalkınma modelidir. Milli Kalkınma Modeli?nin esasları 1- Maksat, ülkemizin kalkınması ve ekonomik bağımsızlığıdır. Ekonomik bağımsızlıktan kasıt, Türkiye?nin gerektiğinde her türlü mal ve hizmeti üretebilme gücüne sahip olması, iç ve dış ödemelerini borçlanmadan temin etmesidir. 2- Uluslararası sermayenin gelişmekte olan ülkelere karşı yürüttüğü ekonomik savaştan dolayı ülkemizde reel sektör, ileri teknoloji kullanan, büyük yatırım ve organizasyonları gerçekleştiren projeleri hayata geçirecek güçten uzaklaşmıştır. 3- Bu sebeple devlet, yeni ürünler geliştiren, yeni pazarlar bulan, yeni teknik ve yöntemlerin uygulandığı ve büyük sermaye yatırımlarının gerektiği alanlara girip, mamul ve yarı mamul üreterek reel sektöre öncülük yapacak; uzun vadede üretimimiz ve istikrarın sağlanması için stratejik malların üretimi garanti altına alınacaktır. 4- Reel sektör faaliyet dışı gelirlerle değil, üretimle para kazanmaya yönlendirilecektir. 5- Üreticinin sıfır maliyetle sermaye elde edebilmesi için, emisyonun genişletilmesi ve faiz giderlerinin kaldırılmasıyla elde edilecek kaynak, proje mukabili müteşebbise verilecektir. 6- Sigorta, vergi ve enerji gelirleri aşağıya çekilerek, maliyetlerin düşürülmesi temin edilecek; bu sayede halkımıza dış piyasa koşullarında rekabet edebilecek mal sağlanmış olacaktır. 7- Yerli üretim, ithal mallar karşısında korunacaktır. 8- Dışarıya satılan hammadde ve yarı mamullerin değer katılarak mamul haline geldikten sonra ihraç edilmesi sağlanacaktır. 9- Yapılacak yatırımlar, ekonomik açıdan öncelikli sektörlere dağıtılarak verimlilik yakalanacak ve yatırım hacmi ile daha yüksek bir büyüme hızı elde edilecektir. 10- Yabancı sermayenin, bir ülkeye enerji kaynaklarını veya doğal kaynakları kullanmak veya gümrük duvarlarını aşarak iç pazara mal ve hizmet satmak için geldiği bilinmektedir. Gelişmekte olan ülkeleri sömürme mantığı dışında yatırım yaptığı ülkeyle ?ekonomik kader birliği? yapacak ve kazandığı paranın tamamını bu ülke içinde tekrar yatırıma dönüştürecek anlayışta olan yabancı sermayeye her türlü teşvik ve kolaylık sağlanacaktır. 11- Döviz kurlarını belirsizleştirmesi ve döviz riskine sebep olması dolayısıyla ve sermaye hareketleri üzerinde daraltıcı etkileri ve üreticimizin en riskli maliyet unsuru olması sebebiyle ?dalgalı kur politikasına son verilecek?tir. Türk parasının değeri, Merkez Bankası eliyle korunacak, dolarizasyonu önleyecek tedbirler alınacaktır. 12- Bankacılık kesimi, devlet denetimi altında olacak, faiz hadlerinin belirlenmesinde, banka kredilerinin sektörler ve firmalar arasındaki yatırımlarının dağılım ve yapısı kontrol altında tutulacaktır. 13- Uluslararası tahkim uygulamasına son verilecektir. 14- Gümrük Birliği, millî çıkarlarımız doğrultusunda tekrar gözden geçirilecektir. 15- Spekülatif para ve sermaye hareketlerine karşı tedbirler alınacaktır. 16- İşçi ve memurdan vergi alınmayacak; geliri 100 milyarın altında olan üretici ve pazarlamacıdan da vergi alınmayacaktır. 17- Tarım ve hayvancılık, ormancılık ve madencilik desteklenecek; bu işletmelerin devreye girmesi için faizsiz kredi verilecektir.                                                                                                                             ''Milli Ekonomi Modelinde İnsan:İnsan, ekonomi politikalarının hem hedefi, hem de konusudur. Ekonomi politikalarının gayesi insana da­ha yaşanabilir, daha rahat bir dünya sunmaktır. Elbette politikaların istenilen neticeler vermesi muhatabın doğru tanınmasına bağlıdır. İnsanı yanlış tarif eden bir ekonomi modelinin doğru neticeler elde etmesi müm­kün değildir. Maalesef bilinen ekonomi modelleri, kendi sistem­lerine uygun bir insan tarifi yapmışlardır. Mesela kendi çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarma amacı güden ho­mo economicus (iktisadi insan) kapitalizmin modelini üzerine inşa ettiği insandır(11). Yapılması gereken; in­sanın doğasından kaynaklanan, gerçek özelliklerinden yola çıkarak onu tatmin edecek bir ekonomi modelini hayata geçirmek olmalı idi. Milli Ekonomi Modeli?ni izah ederken, işe ?önce insan?ı tarif ederek başlayalım. Öyleyse ekonomiyi ilgilendiren yönüyle insan nedir? Bütün ekonomi modelleri, insanın ihtiyaç­larının sınırsız olduğu yanılgısındadır. Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. İnsanın doymayan tarafı karnı değil, gözüdür(12). Ancak şu ana kadar, insanın ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise sınırlı görülmüştür. Haddi zatında sı­nırsız olan kaynaklardır. Sınırlı olan ise ihtiyaçlardır. İnsanın ihtiyaçlarının sınırlı olmasına ve bu ka­dar sınırsız kaynak bulunmasına rağmen, dünya nüfusunun büyük bir kısmının açlık çekiyor olması şu ana kadar uygulanan ekonomi modellerinin ve politikalarının inanılmaz yanlışlar içermesinden kaynaklanmaktadır. Gerçek olan şudur ki; insanın yemek, içmek, ı­sınmak, giyinmek, barınmak vb. çok karmaşık ol­mayan sınırlı ihtiyaç kalıpları varken; bu ihtiyaçla­rını karşılamak için dünya üzerinde yüzlerce, hatta binlerce bilinen ve bilinmeyen kaynak mevcuttur. Kapitalist ekonominin kuramcıları, başta Malthus gibi karamsar ekonomistler olmak üzere?ihtiyaçları sınırsız, kaynakları sınırlı? gördükleri için nüfusun belli bir oranda tutulmasına gayret göstermişler, böylece doğum kontrolleri bu eko­nomi modellerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır(13). Yine sömürgeci ülkeler de, kaynakların sınırlı olduğu yanılgısından yola çıkarak, bu kaynakların dünya insanlığına yetmeyeceği sonucuna varmış ve bunları kendi kontrollerine almak için dünyayı kana bulamışlardır. Elbette sömürgeciliğin tek se­bebi bu değildir, ancak bu anlayışın kökleri kay­nakların sınırlı, ihtiyaçların sınırsız olduğu yanılgı­sına dayanmaktadır. Temel prensip olarak üretimi karşılayacak talebin oluşturulması ve yoğunlaşması hedefine kilitlenmesi gereken ekonomi modelleri, tam tersi bir yaklaşımla çözümü talebin kısılmasında görmüşlerdir. Neticede insanlık adeta varlık içinde yokluk çekmiştir. İnsanla ilgili bir diğer konu da bireylerin davranış­larının hangi şartlarda ve ne derecede toplum çıkarla­rına katkıda bulunabildiğidir. Acaba tamamı ile serbest ve kuralsız bırakılan bi­reyler ekonomiyi hangi şekilde etkiler? Ekonominin i­lerlemesine mi katkıda bulunur, yoksa ekonominin dengelerinin bozulmasına mı neden olur? Gerek canlı, gerekse cansız varlıklar olsun hep­sinin bağlı olduğu bazı kurallar vardır. Bir sabah kalktığımızda Ay?ın başka bir yörüngede dönmeye başladığını görmemiz mümkün olmadığı gibi, ko­yunun ot yerine et yediğini görmemiz de mümkün değildir. İster canlı, ister cansız varlıklar olsun in­san dışındaki varlıkların tamamı belli kurallar çer­çevesinde mükemmel bir düzen içerisinde ömürle­rini sürdürürler. Tabiatta, insanın müdahil olmadığı olaylarda mükemmel bir nizam olduğu doğrudur. Ancak bu kuralı, söz konusu insan olduğunda ay­nen alıp uygulamak son derece yanlıştır. Çünkü insan bütün bu varlıklar içerisinde irade ve tercih sahibi olan tek varlıktır. Bir elektron kendi ter­cihini kullanarak yönünü değiştirip çekirdeğe çarpa­rak bir nükleer patlamaya neden olmaz ama her in­san, her zaman tercihini hem kendi yararına, hem de toplumun yararına kullanabilir mi? Bütün insanlar için buna evet demek elbette müm­kün değildir. İstisnalar da kaideyi bozmaz. Özellik­le toplumun çıkarları ile kişisel çıkarların çeliştiği ortamlarda bireylerin tercihlerini toplumdan yana kullandıkları nadiren karşılaşılan bir durumdur. Akşam herkesin evine erken gitmek için acele etmesinin akşamki trafik sıkışıklığının en büyük sebebi olduğu bilinen bir gerçektir. Veya bir kar­gaşa anında herkesin bir noktaya hücum etmesiy­le ortaya çıkacak olan sıkışıklık kaçınılmazdır. Kâinatta nasıl bir doğal denge varsa, insanı il­gilendiren konularda, insan davranışları müspet manada yönlendirilmediğinde birey ile toplum çı­karları arasında da bir o kadar uyumsuzluk söz konusudur. Dikkat edilirse toplumsal hayatta en basit olaylarda bile bireyin hayatını düzenleyen gerek hukuki, gerekse ahlaki birçok kural vardır. Bir apartmanda bile canımız istiyor diye radyo­nun sesini sonuna kadar açamayız. İnsanların bazen verdikleri kararlarla kendilerine bile zarar verdiği bilinen bir gerçektir. İşte uyuşturu­cu ve kumar bağımlısı insanların hayatı ortadadır. Kendisine bile zarar verebilen insanın toplumsal o­laylarda her zaman toplumun yararına adım atacağı­nı söylemek herhalde işin doğasına aykırıdır. Liberal anlayışlar, insan ile eşyayı birbirine ka­rıştırarak, eşyanın tabiatındaki dengenin insan için de geçerli olduğunu zannetmişlerdir. Ancak yaratı­lışı itibarı ile insan kendi içerisinde sürekli bir mü­cadele ve değişim içerisindedir. Bu mücadelede eğitilmesi gereken insan aksine tamamen başıboş bırakıldığında, kendi çıkarından başka hiçbir ölçü tanımayacağı için çok rahatlıkla banka hortumlayabilir, devleti soyabilir, kendi ada­mını da kayırabilir, hatta insanlar açlıktan ölse bile elindeki gıda ürünlerini daha pahalıya satmak için bunları stok edebilir. Bugün liberalizm adına insana tanınan sözde serbestlik, beraberinde toplumun büyük bir kesi­minin hem mağdur edilmesine, hem de yolsuzluk ekonomisinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İşin bir başka noktası da, liberalizmden yola çı­karak piyasalar için en uygun anlayışın tam ser­bestlik olduğunu savunanlar, söz konusu kendi çı­karları olduğunda birçok yasağı hayata geçirirler. Liberalizm adına bugün Türkiye?de tarım ürünleri­ne getirilen yasaklar, Merkez Bankası?nın hazine­ye borç vermesine getirilen yasaklar, yerli üretime verilen desteklemelere getirilen kısıtlamalar ve da­ha yüzlercesi yazılabilir. Öyleyse yapılması gere­ken serbest piyasa adı altında toplumu birkaç kişi­nin kontrolüne terk etmek yerine, toplumun her ferdini koruyup kollayan bir ekonomi modelini ha­yata geçirmektir. Güçlünün karşısında zayıfın korunmadığı bir or­tamda, sonuçta tüm ekonominin zarar görmesi ka­çınılmazdır. Dikkat edilirse monopol (tekel) piya­salarda istenilen verimin elde edilememesinin se­bebi de bireysel tercihlerin toplumsal çıkarların ö­nüne geçmesidir. ''Bireyin ve Toplumun Çıkarlarının Birleştirilmesi''  Konuya bir soruyla girelim: Bilinen ekonomi anla­yışlarında mümkün olmamasına rağmen, toplumun her kesiminin çıkarları aynı anda maksimize edilebilir mi? Eğer, bireyin çıkarlarını toplumun çıkarlarına katkı sağlayacak bir biçimde yönlendirebilirsek aynı anda hem bireyin, hem de toplumun maksimum fayda elde etmesi mümkün olacaktır. Esasen Milli Ekonomi Modeli?nde yapılmaya çalışılan da bundan ibarettir. Milli Ekonomi Modeli?nde insanlar, hem tüketir­ken, hem de üretirken topluma katkıda bulunacaklar­dır. Gelirini arttırma gayreti içerisinde bulunan her bi­rey, diğer bireylerin de gelirini arttıracak, tüketim ya­pan her birey diğer bireylerin daha fazla kazanmasını, dolayısıyla daha fazla tüketebilmesini sağlayacaktır. Mesela, dar gelirli insanlara verilen destek aynı za­manda yeni bir tüketim artışına sebep olduğu için bu daha fazla üretim, daha fazla istihdam imkanı sağlaya­caktır; yani toplumun bir kesimine doğrudan verilen destek Milli Ekonomi Modeli çerçevesinde toplumun diğer kesimlerine de dolaylı olarak, hatta misli oranın­da yansıyacaktır. Mesela para kazanma hırsına sahip olan birey­lerin bu talebi para ile para kazanma şeklinde de­ğil de emeği devreye koyacak şekilde karşılandığı takdirde bireyin bu isteği aynı zamanda topluma fayda olarak yansıyacaktır. Aksi takdirde para ile para kazanıldığında, toplumun diğer bireylerine ait olması gereken bir kazancın haksız yere bir bi­reye transferi söz konusudur(14). Ve yine elinde parası olmadığı için kahve köşe­lerinde âtıl olarak bekleyen bireylerin ne kendile­rine, ne de topluma bir faydası vardır ama bu bi­reylere proje mukabili sıfır faizli kredi imkanı su­nulduğunda, âtıl duran bu enerjinin sinerjiye dö­nüşmesi elbette mümkün olacaktır. Görüldüğü gibi bireylerin topluma ve kendile­rine ekonomik olarak zarar verebileceği adımlar, bu modelde tam tersine faydalı bir hale çevril­mektedir. Dolayısıyla, eğer insanı konu alan bir model hayata geçiriyorsak, ona karışmayan, onu uzaktan seyreden veya onun isteklerini kısıtlayan değil, aksine onun tercihlerini hem kendi lehine, hem de toplum lehine faydalı kılacak bir anlayışı hayata geçirmek zorundayız. Bu konu, son derece önemlidir. Dünyada uy­gulanan ekonomi politikaları hep toplumun bir kesimine destek verirken, diğer kesimini ihmal etmiştir. Bu anlayışlara göre eğer siz doğrudan gelir vergi­sini arttırırsanız, sosyal harcamalara daha çok para ayırabilirsiniz ama bu sefer de daha çok vergi aldığı­nız için istihdamı azaltmış olursunuz. Bu yüzden belli bir yaşa gelmiş insanların emekli maaşını arttır­mak, işsizlik sigortası vermek kamu bütçesi üzerinde yük olarak gözükmektedir. Şu anda AB topraklarında başta Almanya olmak üzere sosyal harcamalarda kısıtlamaya gidiliyor. Yi­ne örneğin Türkiye?de sanki tarım kesimini destekle­mek, diğer kesimlerden bu kesime gelir transferi ola­rak değerlendiriliyor. Bu örnekleri çoğaltmak müm­kündür ve bilinen ekonomi modelleri için bu kaygı­lar doğrudur. Ancak şu ana kadar hiçbir ekonomi modelinin yapamadığı bir uygulama, Milli Ekonomi Modeliile hayata geçirilmektedir. Milli Ekonomi Modeli toplumun bütün kesimleri­ne aynı anda fayda sağlayacak mekanizmaları devre­ye koymaktadır. Mesela, tarım kesimini, paranın ta­rifinden yola çıkarak ve belli oranlarda emisyon hac­mini arttırarak desteklemek, aynı zamanda toplumun diğer kesimlerini de desteklemektir. Çünkü ülkemiz­de halkın % 35?i tarım ile geçinmektedir. 2000 yılı nüfus sayımına göre Türkiye?nin toplam nüfusu, 67.803.927 iken; köyde yaşayanların sayısı 23.797.653?tür(15). Eğer üretici o yıl elde ettiği üründen istediği geliri elde ederse, bu o yöredeki esnafa alışveriş olarak yansıyacaktır. Ayrıca tarım kesiminin desteklenmesi tarım ve ta­rıma dayalı sanayinin de gelişmesine imkan sağlaya­cağı için büyük bir istihdam sahası ortaya çıkacaktır. Bugün tarım kesiminin satın alma gücünde ya­şanan ciddi orandaki azalma sadece bu kesimi de­ğil toplumun bütün kesimlerini etkilemektedir. Hükümetin yapacağı transfer harcamalarında meydana gelecek artış sadece emekli memurları memnun etmeyecek, aynı zamanda piyasada eksik olan talebin tamamlanmasını da sağlayacaktır. Tabii ki bu kamu harcamalarındaki artış Milli Ekonomi Modeli?nin ortaya koyduğu belli kurallar ve parasal oranlar çerçevesinde olacaktır. Bir diğer konu da sahiplenme meselesidir. Daha çocuk yaşta iken ortaya çıkan bir duygu da sahiplen­me duygusudur. Özel mülkiyet insanın doğasına uy­gun olup Milli Ekonomi Modeli?nin unsurları arasın­da yer alır. Aksini kabul eden Marksist anlayışlar bu konuda insanın doğasına aykırı davranmışlardır. Burada yapılması gereken ne komünizm gibi bir in­sanın doğasında doğduğu günden beri var olan sahip­lenme gibi duyguları reddetmek, ne de insanı topluma faydasız bir kulvarda tutmaktır. Milli Ekonomi Modeli insanı, taşıdığı en temel duygularla kabul etmekte ve bu duygulardan kaynaklanan tercihlerini hem kendi, hem de toplum yararına kanalize etmektedir. Yine, bir önemli konu da insanların ekonomik o­laylar karşısında tercihlerinin her zaman rasyonel ola­mayacağı noktasıdır. Çünkü insanın davranışlarına yön veren aklı değil, taşıdığı duygularıdır. Mesela, sağlığımıza zararlı olduğunu bildiğimiz halde, sigara, alkol veya bağımlılık yapan maddelerin kullanımından vazgeçemeyiz. Veya fiyatı daha ucuz olsa bile domuz etinin Müslüman bir toplumda satıla­mayacağının, insanların hiçbir karşılık beklemeden bir başkasına bulunacağı yardımın mantıksal değil, duygusal ve ahlâkî bir izahı vardır. Hem bireyler, hem de bireylerden oluşan toplum­lar olaylara yaklaşırken akılları ile değil taşıdıkları duygular ile yaklaşırlar. Duygular ile gösterilen yak­laşımlar bazen gerçeklerle örtüşebilir, bazen de tam tersi olabilir. Ayrıca insanların kabiliyetleri farklı farklıdır. în-sanları aynı dişlinin bir parçası olarak görmek mümkün değildir. Aynı miktardaki para ile bir birey üretim yapabi­lirken, diğer bir birey hiçbir şey yapamayabilir. Bu kabiliyet farkları bireyden bireye değişebileceği gi­bi, toplumlar arasında da büyük farklara sebep ola­bilir. Bu yüzden ekonomi politikaları oluşturulurken bu durum göz önüne alınmak zorundadır. İnsanın bu özellikleri dikkate alınmadan inşâ edi­lecek bir ekonomi modelinin insanlığa hizmet etme­si beklenemez. Çünkü yanlış temeller üzerine doğru binalar inşa edilemez. Sonuç olarak: Ekonomi kurallarını vaaz edenler, insanı ve toplu­mu tanıyıp, varoluş gaye ve maksadına göre toplu­mun huzuru ve düzeni için kurallar ihdas etmelidirler. O yüzden Milli Ekonomi Modeli insandan ve insa­na ait özelliklerden yola çıkarak geliştirilmiştir. Milli Ekonomi Modeli toplumun sadece bir kesiminin değil, toplumun bütün kesimlerinin hiç kimseye el açmadan hayatını ikame edeceği bir seviye hedeflemektedir. İnsanlar ve devletler için esas özgürlük, başka bi­rey ve devletlere muhtaç olmadan yaşamaktır                                                                                                                                                        Türkiye Cumhuriyeti?nin kurucusu Atatürk?ün en büyük meselesi, her sahada tam bağımsız bir devletin ve bağımsız düşünen bireylerin varlığı idi.

Bu açıdan bakıldığında onun önderliğinde verilen kurtuluş savaşı ve sonrasında gerçekleştirilen devrimlerin esas gayesi emperyalizmle mücadeledir.
1921 senesinde kurtuluş savaşı  günlerinde emperyalizm için şöyle demiştir:
"?istiklalimizi emin bulundurabilmek için bütünlüğümüzce, milli kültürümüzce bizi mahvetmeye çalışan emperyalizme karşı ve bizi yıkmaya çalışan kapitalizme karşı heyet-i milliyece mücadeleyi caiz gören bir mesleği takip eden insanlarız?" (Mustafa Kemal Atatürk diyor ki, İstanbul, sayfa 46)
Malum, Mustafa Kemal?in bağımsızlık için verdiği mücadele, İngiliz himayesini isteyenler, Amerikan mandasını kabul edelim diyenler tarafından devamlı surette reddedilmiştir.
Nutuk?ta esareti kabul edenlerin ruh haline cevap olarak, ?Ya istiklal Ya ölüm!? denilmiştir.
Her sahadaki bağımsızlığı ölümüne göze alan bir liderin, hayatını emperyalizmle mücadeleye adayan bir liderin, kanını esirgemediği vatan topraklarını yabancılara sattığına da kimse inanmaz.
Bunun örneği de yoktur.
4 Şubat 1923?te gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi, Cumhuriyetin ilanından önceki bir döneme denk getirilmiştir.
Meclis?in açılması ile, milli irade hakim kılınmış, sonra ekonomik bağımsızlığın teminine giden yol hazırlanmış -henüz savaş bitmemişken- ve nihayet Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Atatürk, İktisat Kongresi?nde yaptığı açılış konuşmasında, ?Ekonomi her şeydir; milletlerin, devletlerin yükseliş ve çöküş nedenleri iyice araştırılacak olursa, bunun en başta ekonomik nedenlere dayandığı görülür. Asrımız ekonomi (iktisat) asrıdır. Bu çağda ekonomiye gereken önemi mutlaka vermeliyiz. Kalkınmamızın, ilerlememizin temel şartı budur, iktisadi hayatı canlandırmaktır" demiştir.
Tam bağımsızlık ve tam bağımsız bir ekonomi Atatürk?ün, Türk milletinin ve devletinin devamı için tavsiye ettiği, uyguladığı yöntemdir.
Günümüzde, bağımsızlık kokan bu kongre, aynı adla 5 senedir tekrarlanıyor.
Bu seneki kongreye, Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim de katıldı.
Dünya Bankası, ekonomi ayağı kapitalizm, sosyal boyutu insan hakları ve siyasi yönü demokrasi olan sömürü düzeni globalleşmenin aktörlerindendir.
Dünya Bankası ve IMF politikalarının bir ülkeyi hangi çıkmazlara sürüklediğinin ilk örneği Türkiye?dir.
Verilen borçların karşılığı siyasi talepler istenmekte, ülkeler kendi elleri ile esaret zincirini boyunlarına geçirmektedirler.
Maalesef Türkiye yıllarca bunu yapmıştır. Emperyalizme yenik düşmüştür.
Dünya Bankası Başkanı?nın katıldığı bir iktisat kongresi, ?ekonomik bağımsızlıktan bahsetmeye gerek yok, her şey ortada? dedirtmektedir.
Atatürk dönemindeki İktisat Kongresi ile sadece adı aynı bu kongreden iki gün sonra, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti?nde de bir ekonomi kongresi tertip edildi.
Bugün Kıbrıs Türk Cumhuriyeti?nde gerçekleşecek Uluslararası Milli Ekonomi Modeli Kongresi, formülleri ile kapitalizmin çarkları arasında ezilmiş ülkelere gerçek kurtuluş reçetesidir.
Sanal veriler veya kâğıt üzerinde kalmış ifadelerden değil, somut çözümlerden ve hayata geçmiş dinamik ve bağımsız bir ekonomi düzeninden bahsedilmektedir.
150?yi aşkın ülke, MEM?i kısmen uygulamaktadır.
Rusya, tezin tamamını hayata geçireceğini ilan etmiştir.
Bu yönüyle Sayın Baş, Hz. Yusuf misali, vatandaşı olmadığı bir ülkenin ekonomisini yönlendirmektedir.
MEM, devletlerin kaynaklarını ve insanının gücünü devreye koyarak, başka devletlere muhtaç olmadan sürdürülebilen bir ekonomi demektir.
MEM, Atatürk?ün verdiği ekonomik emperyalizmle mücadelenin günümüzdeki adıdır.
Milli Ekonomi Modeli?nin uygulandığı devleti anlatan "Milli Devlet-Sosyal Devlet" tezi de, küreselleşme karşıtı olan devleti anlatır.
Tüketen kesimden yola çıkarak ekonomiye farklı bir bakış açısı getiren MEM, tüketim eksenli tek analizdir.
Sürekli büyümeyi sağlayan, adil bir gelir dağılımı yapan ve tam istihdam noktasını yakalayan tek ekonomi modelidir.
Bu tez, Atatürk?ün gerçekleştirmek istediği ekonomi modelidir.
Günümüzde bağımsızlığının derdine düşen, kaynaklarını ve insanının emeğini dışarıya değil, kendine saklayan her devlet MEM?i kullanmaya gayret ediyor.
Bizim siyasilerimiz ise, sömürünün 21. yüzyıldaki versiyonları ile süslenmiş ekonomi görüşlerini konuşuyor, dinliyorlar.
Amma onlar da çok iyi biliyor ki, atı alan Üsküdar?ı çoktan geçti?

1 yorum:

  1. Bütün ekonomi modelleri, insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu yanılgısındadır. Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. İnsanın doymayan tarafı karnı değil, gözüdür

    YanıtlaSil