22 Ocak 2023 Pazar

KIBRIS

 


Kıbrıs sorunu, Kıbrıs adası üzerindeki hükümranlık hakları ve uluslararası siyasi ilişkilerde çıkmazların olduğu bir sorun.                   Doğu Akdeniz'de yer almakta olan Kıbrıs'ın, yüzölçümü 9283 km2 olup Akdeniz'in 3 ncü büyük adasıdır. Yunanistan'dan 800 km., Suriye'den 120 km., Süveyş Kanalı'ndan 360 km., Türkiye'den ise sadece 70 km. uzaklıktadır. Kıbrıs, Avrupa'dan Orta Doğu'ya oradan da Süveyş Kanalı ile Çin, Hindistan Uzak Doğu ve diğer ülkelere uzanan ticaret yollarını kontrol altında tuttuğu için stratejik bir konuma sahiptir. Ayrıca Kıbrıs, kendisine en yakın Akdeniz Adası Girit'ten 555 km. uzakta olup, Anadolu'nun güney sahillerini, Süveyş Kanalı'nı ve Orta Doğu'yu kontrol eder.                                                                                                               Doğu Akdeniz'de çok önemli bir yer işgal eden Kıbrıs, tarih boyunca birçok büyük imparatorluğun ilgisini çekmiş ve işgaline uğramıştır. Bunlar arasında Fenikeliler'i, Asurlular'ı, Mısır'ı, Persler'i, Büyük İskender'i, Roma İmparatorluğu'nu ve Bizans Imparatorluğu'nu sayabiliriz.                                                                                                                                                                         Kıbrıs, Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordu ve Piyale Paşa komutasındaki donanma tarafından, 1 Temmuz 1570'de başlayıp 7 Ağustos 1571'de Mağusa'nın Venediklilerden alınması ile sonuçlanan bir seferle Osmanlı İdaresine girdi. Bu tarihte adada çok az sayıda Ortodoks Rum vardı. Çünkü VenediklilerKatolik idi ve Ortodoks Kilisesi'ne yaşama hakkı tanımıyordu. Osmanlı imparatorluğu Ortodokslara serbestçe kilise kurma ve gelişme imkânı sağladı. Böylece adada Ortodoks Kilisesi gelişti ve Katolik Kilisesi etkinliğini kaybetti. Görülüyor ki, bugün Türkler'i yok etmek için her türlü yola başvuran Rumlar, varlıklarını yine Türklere borçludurlar.

Osmanlılar Kıbrıs'ı fethettiği zaman ada nüfusu 150. 000 idi. Sefere katılan askerlerden 30. 000'i adaya yerleşti. Ayrıca çıkarılan bir ferman ile Karaman, İçel, Darende, Niğde, Kayseri, Zülkadriye, Bozok, Alaiye, Teke ve Manavgat'tan toplam 5720 hane Kıbrıs'a göç ettirildi ve Kıbrıs Beylerbeyilik yapılarak bu eyalete Baf, Mağusa ve Girne Sancakları ile birlikte Alaiye, Tarsus, İçel, Zülkadriye, Sis ve Trablus, Şam Sancakları bağlandı.                                                                          1878 yılında Ruslar Kars, Ardahan, Posof ve Artvin'i işgal etti. Bunun üzerine İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'nu Ruslar'a karşı korumak için Kıbrıs'ın kendisine kiralanmasını istedi. Bu isteği kabul etmek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'ı; Ruslar Kars, Ardahan ve Artvin'den çıkarılıncaya kadar boşaltmak üzere İngiltere'ye kiraladı. Osmanlı İmparatorluğu 1914 yılında Almanya'nın yanında savaşa girince İngiltere adayı tek taraflı olarak ilhak etliğini açıkladı. Daha sonra Ruslar işgal ettikleri yerlerden çekilmelerine rağmen İngiltere adayı boşaltmadı.

Türkiye 1923 yılında Lozan Antlaşması ile (Madde-23) adanın İngiltere'ye bırakılmasını kabul etti. Anlaşmada yer alan bir madde ile adanın statüsünde meydana gelecek değişikliklerde söz sahibi oldu. Ayrıca 2 yıl süre ile adadaki Türkler'e Türkiye'ye göç etme ve Türk Vatandaşı olma hakkı tanındı. Bu sürede çok sayıda Türk Türkiye'ye göç etti. Kalanlar ise İngiliz idaresine girdi.                                                                                                                                                    Bu dönem Kıbrıslı Türkler için en zor dönemlerden biridir. Bir yandan İngilizler'in baskısına bir yandan da Rumlar'ın tedhiş eylemlerine hedef oldular. 1923 yılında oluşturulan yasama meclisi 9 Rum, 3 Türk ve 6 da İngiliz Hükümeti tarafından atanan 18 üyeden meydana geliyordu. Bu, Türkler'e yapılan bir haksızlıktı. Bu yetmiyormuş gibi 1925 yılında meclis 12 Rum, 9 İngiliz ve 3 Türk üyeden oluşturularak haksızlık büyütüldü. Buna rağmen Rumlar ENOSİS'i gerçekleştirmek için ilk isyanlarını 1931 yılında gerçekleştirdiler. Bunun üzerine meclis fes edildi ve 1933 yılında 4 Rum, l Türk üyeden oluşan Danışma Meclisi kuruldu. Bundan sonra da Rumlar'ın ENOSİS için çalışmaları hızlanarak sürdü. 1950'li yıllarda Yunanistan'ın öncülüğünde Self-Determinasyon hakkını kullanmak için BM'e başvurdular. Bu istekleri adada iki ayrı toplumun yaşadığı hatırlatılarak reddedildi. Rumlar ENOSİS'i gerçekleştirmeye hukuken imkân olmadığını anlayınca l Nisan 1955'te EOKAterör örgütünü kurdular ve İngilizlerle birlikte Türkler'e karşı kanlı cinayetlerine başladılar. Makarios ve Grivas'ın önderliğindeki bu örgütün amacı; İngiltere'yi adadan atmayı müteakip Türkler'i katlederek ENOSİS'i gerçekleştirmekti. Buna karşı Türkler de kendilerini koruma ve ENOSİS'e engel olmak maksadıyla önce VOLKAN Teşkilatını, daha sonra da l Ağustos 1958 tarihinde TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı)'nı kurdular.

EOKA'nın terör faaliyetleri neticesinde binlerce Türk göç etmek zorunda kaldı. Bu dönemde NATO ve BM'in girişimleri ile İngiltere-Türkiye ve Yunanistan arasında çeşitli diplomatik temaslar yapıldı ve 11 Şubat 1959 tarihinde 27 maddelik Zürih Anlaşması imzalandı. 19 Şubat 1959'da ise Londra'da iki toplum liderinin de katılmasıyla Londra Anlaşması imzalandı. Bu Anlaşmaları esas olan Kıbrıs Anayası ile ittifak ve garanti anlaşması da 15/16 Ağustos 1960 tarihinde imzalanarak KIBRIS CUMHURİYETİ kuruldu. 16 Ağustos 1960 tarihinde 650 kişilik Türk Alayı ve 950 kişilik Yunan Alayı Mağusa Limanı'ndan adaya çıktı. Bu anlaşmaların ve anayasanın esasları özetle şöyledir:

  • Kıbrıs bağımsız bir cumhuriyet olacak, Cumhurbaşkanı Rum, cumharbaşkan yardımcısı Türk olacak;
  • Resmi dil Türkçe ve Rumca olacak;
  • Yasama yetkisi % 70 Rum, % 30 Türk'ten oluşan temsilciler meclisinde olacak;
  • Cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkan yardımcısının ayrı ayrı veto hakları bulunacak;
  • Yürütme organında 7 Rum, 3 Türk bakan görev alacak;
  • Anayasanın temel maddeleri hariç Türk ve Rum üyelerin ayrı ayrı 2/3 çoğunluğu ile tadil edilebilecek;
  • İdare % 70 Rum, % 30 Türk nisbetinde olacak;
  • Kıbrıs'ın % 60'ı Rum, % 40'ı Türk olmak üzere 2000 kişilik bir ordusu bulunacak;
  • Cumhurbaşkanı ve yardımcısı tarafından müştereken tayin edilecek 2 Rum, l Türk ve l tarafsız üyeden oluşan bir yüksek mahkeme kurulacak;
  • KIBRIS'ın 5 büyük şehrinde Türkler'in ve Rumlar'ın ayrı belediyeleri bulunacak;
  • Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir garanti ve ittifak anlaşması imzalanacak ve bu anlaşma anayasa hükmünde olacak;
  • Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen birleşmesi veya taksime dönüşmesi, bağımsızlığın kalkması olarak kabul edilecek;
  • Her toplum kendi kültür ve dilinde eğitim görecek, bu hususta anavatanlarınca desteklenebilecek;
  • Dışişleri, savunma ve maliye bakanlıklarından biri Türklere verilecektir. (539)

Garanti anlaşmasında ise Türkiye, İngiltere ve Yunanistan anayasa ile kurulan düzeni garanti ediyor, müştereken veya ayn ayrı müdahale hakkına sahip oluyordu.                                                                                                                21 Aralık 1963 tarihinde "AKRİTAS PLANI"nı uygulamaya koyan Rumlar (Bakınız: Kanlı Noel), saldırılarına 25 Aralık 1963 tarihinde Türk savaş uçaklarının ihtar uçuşuna kadar devam ettiler. İlk saldırılarda sadece Lefkoşa'da 92 Türk öldürüldü. Yaralıların sayısı ise 146 idi. Savaş uçaklarının ihtar uçuşundan sonra Lefkoşa'daki saldırılar yavaşladı. Fakat köylerde şiddetlendi. Rumlar 26 Aralık'ta ilk büyük katliamlarını Ayvasıl'da gerçekleştirdiler. l Ocak 1964 tarihinde Makarios, Garanti Anlaşmasını tek taraflı olarak iptal ettiğini açıkladı. Bu dönemde 103 Türk köyü katliamdan kurtulmak için daha büyük Türk köylerine göç etmek zorunda kaldı. 24 Şubat 1964 tarihinde Ruslarla bir anlaşma yapan Makarios, turist taşıma maskesi altında adaya silah taşımaya başladı. Bu arada 5000 kişilik bir ordu kurdu.

1964'ün Mart ayında Rum saldırıları yeniden şiddetlendi. Bunun üzerine TBMM gerektiğinde Kıbrıs'a müdahale kararı aldı. BM Güvenlik Konseyi ise adaya Barış Gücü gönderme kararı aldı ve ilk BG 14 Mart 1964 tarihinde adaya geldi.

Bundan sonra Türkiye ve Yunanistan arasında çeşitli diplomatik temaslar yapıldı. Türkiye, Federasyon veya taksim istedi. Yunanistan ve Makarios her iki görüşe de karşı çıktı. Bu arada adada savunmasız Türkler'e saldırılar devam ediyordu. Haziran ayında Türkiye'nin adaya müdahalesi ABD Başkanı Johnson'un mektubu ile ertelendi. Rumlar 6 Ağustos 1964 tarihinde bir avuç üniversite öğrencisi mücahit ile Erenköylü mücahitlerin savunduğu Erenköy'e Grivas komutasındaki üstün kuvvetlerle taarruza geçtiler.

Bu taarruzlar Türk Hava Kuvvetlerinin 9 Ağustos 1964 tarihinde yaptığı müdahale ile püskürtüldü ve Rumlar ateş kesmek zorunda kaldı. Bu muharebelerde Yzb. Cengiz Topel'in uçağı düştü. Cengiz Topel paraşüt ile atladı, ancak Rum bölgesine düştü. Daha sonra Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı olarak esir muamelesi gösterilmeyen pilotun iki kolu matkap ile delindi, sol gözü çıkartıldı, başının sol tarafına beton çivisi çakılan pilot insanlık dışı davranışlarla hunharca şehit edildi.

Müdahaleden sonra Türkler'e yönelik saldırılar azalmakla birlikte bulundukları bölgelerde tecrit edilip her türlü haklarından mahrum bırakılarak yok edilmelerine girişildi. Bu durum 15 Kasım 1967 tarihine kadar sürdü. 15 Kasımı 1967 tarihinde Grivas komutasındaki Rum ve Yunan birlikleri Geçitkale'ye saldırarak katliama giriştiler. Lefkoşa-Limasol-Larnaka arasında stratejik bir noktada bulunan Geçitkale'nin Rumlar tarafından işgali ve buradaki katliamları Türkiye'nin Yunanistan'a ültimatom verip adaya müdahale kararı almasına neden oldu. Bu müdahale de ABD'nin girişimleri ve bütün Türk isteklerinin Yunanistan ve Rum yönetimi kabulü neticesinde yapılmadı. Soruna görüşmeler yolu ile çözüm aranmaya başlandı. Bu dönemde Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi kuruldu ve çeşitli kesintilerle 1974 yılına kadar sürecek olan toplumlar arası görüşmelere başlandı. Türkler'i silahla yok edemeyeceğini anlayan Makarios, 1967-1974 döneminde Türkler'e ekonomik ve sosyal baskılar uygulayarak adadan göçe zorlama ve bu suretle asimile etme politikasını uygulamaya başladı. Bu politika çok uzun vadeli olmakla birlikte riski yoktu ve başarı şansı da oldukça fazla idi. (541)                                                                                                                                                                Kıbrıs Barış Harekatı (20 Temmuz 1974:Yukarıda da izah edildiği gibi Makarios'un göç ettirme ve asimile politikası yavaş da olsa etkili oluyordu. Ancak EOKA'cıların beklemeye tahammülü yoktu. Yunanistan'da ise "Albaylar Cuntası" denilen cunta yönetimi devam ediyordu. Yunan Cuntası da ENOSİS için izlenecek yol konusunda Makarios ile aynı fikirde değildi. 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanlı subayların komutasındaki "RMMO", Makarios'a karşı bir darbe gerçekleştirdi ve EOKA'cı NİKOS Sampson'u Cumhurbaşkanlığına getirdi. Esas hedefi Türkleri imha ederek kısa sürede ENOSİS'i gerçekleştirmek olan darbe karşısında Türkiye hemen diplomatik girişimlere başladı. Darbeyi fiilen destekleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasasını ortadan kaldıran Yunanistan ile görüşmeye gerek duymayan zamanın Türkiye BaşbakanıBülent Ecevit, diğer garantör ülke İngiltere ile müdahale konusunu görüştü. İngiltere'nin birlikte müdahaleye yanaşmaması üzerine Türkiye 19 Temmuz akşamı Garanti anlaşmasının kendisine tanıdığı tek başına müdahale hakkını kullanmaya karar verdi.

Müdahalenin amacı; Kıbrıs'ta bozulmuş olan barışı tekrar tesis etmek; Kıbrıs Türk Halkının can güvenliğini sağlamak; adaya adil bir düzen getirmek; ENOSİS'e engel olmak ve Türkiye'nin güney emniyetini sağlamak olarak özetlenebilir.Kıbrıs Barış Harekatı iki safhada icra edildi. Birinci Safha, 20 Temmuz-14 Ağustos 1974 tarihleri arasındaki dönemi; İkinci safha ise, 14 Ağustos 1974 ve sonrası dönemi kapsar. Birinci safhada çıkan ve inen birliklerle kıyı başı bölgesi; ikinci safhada ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bölgesi ele geçirildi.                                                                                             Muhtelif tarihlerde yapılan diplomatik girişimler neticesinde, taraflar, 22 Temmuz 1974, saat 17:00'de Ateşkesi ilan ettiler. Müteakiben Cenevre'de Barış görüşmelerinin yapılmasına karar verildi. İlk toplantı, 25 Temmuz saat 20:30'da yapıldı ve 27 Temmuz'da kesin ateşkes imzalandı. 30 Temmuz 1974 günü 1 nci Cenevre Konferansı sonuçlandı ve 8 Ağustos'ta tekrar toplanılmasına karar verildi. 8 Ağustos'ta toplanan 2 nci Cenevre Konferansında Türkiye; yeni bir anayasa yapılması, federasyona gidilmesi ve Türklere güvence verilmesi taleplerinde bulundu. Yunanistan ise, 1960 Anayasası ile kurulan düzene dönülmesini istedi.

Türk tarafının sunduğu çift kontrollü idare ve federal sistemi içeren iki ayrı plan Rum ve Yunan tarafınca reddedildi ve süre istendi. 13 Ağustos saat 2040'da başlayan toplantıda istenen 36 ve 48 saatlik bu süre Türkiye tarafından kabul edilmeyip 14 Ağustos 1974'te 2 nci Barış Harekatı başlatıldı.Bilinmesi gerekirki bu harekatların her birinin isimleri "Mutlu Barış Harekatı" olarak geçer ve birincisi tamamen bir uzlaşma ve sadece savunma amaçlı olsada ikincisi çıkartma ve Kıbrıs Türk Halkını güvence altına almak için gerçekleştirilmiştir.14 Ağustos 1974 tarihinde başlayan ve 16 Ağustos günü akşam sona eren İkinci Barış Harekatı neticesinde Türk Birlikleri; doğuda Magosa, batıda Lefke, güneyde Lefkoşa'ya kadar uzanan Kuzey Kıbrıs'ı kontrol altına almayı başardılar. Bu harekatlarda Türk kuvvetleri 1000 civarında şehit verdiler                     1974 yılında özgürlüğüne kavuşan Kıbrıs Türk Halkı, 13 Şubat 1975 tarihinde KTFD'yi kurdu. Ancak adada hala daha özgürlüğüne kavuşamamış Türkler vardı. Bunlar adanın güney kesiminde kalan Türklerdi. 1975 yılında Cenevre'de Rum ve Türk Temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde nüfus değişimi anlaşması yapıldı ve Eylül ayında güneyde kalan 65. 000 Türk'ün kuzeye geçmesi, aynı şekilde kuzeyde kalan Rumlar'dan da isteyenlerin güneye geçmesi sağlandı. 1975 yılında 6 tur süren görüşmelerde başka bir neticeye varılamadı. Daha sonra 12 Şubat 1977 tarihinde Denktaş ile Makarios arasında 4 maddelik bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmanın maddeleri şöyle idi:

  • Bağımsız, bağlantısız iki toplumlu bir Kıbrıs Cumhuriyeti istiyoruz.
  • Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile toprak mülkiyeti ışığında görüşülmelidir.
  • Dolaşma, yerleşme serbestisi, mülkiyet hakkı gibi prensip meseleleri müzakereye açıktır. Bunların görüşülmesinde iki toplumlu federal sistem ve Türk Toplumu yönünden doğabilecek güçlükler de dikkate alınacaktır.
  • Federal Hükümetin görev ve yetkileri devletin birliği ve devletin iki toplumlu mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.   Makarios'un ölümünden sonra yerine geçen Spiros Kiprianou Türk tarafını tanımadığını ve görüşmeyeceğini beyan etti. Fakat daha sonra dıştan gelen baskılar neticesinde 19 Mayıs 1979 tarihinde Denktaş'la toplantıya katıldı ve bu toplantı sonunda BM. Genel Sekreteri'nce 10 maddelik mutabakat metni açıklandı. Burada verilen en önemli karar toplumlar arası görüşmelere 15 Haziran 1979'da Lefkoşa'da devam edilmesi idi. Bu görüşmeler Rumlar'ın ENOSİS'e açık bir tutum içerisine girmeleri yüzünden çıkmaza girdi.

    9 Ağustos 1980 tarihinde taraflar uzun süren çabalardan sonra bir gündem üzerinde mutabık kaldılar ve gündem metnini imzaladılar. Bizzat BM. Genel Sekreterinin özel temsilcisi tarafından okunan bu metin şöyle idi:

    • Maraş'ın belirli esaslar dahilinde iskana açılması,
    • Anayasa meselesi,
    • Toprak meselesi,
    • Pratik önlemler.

    Fakat Kipriyanou imzalamış olduğu bu gündemi açıklandığı gün kabul etmediğini açıkladı. Herşeye rağmen Türk tarafı görüşmede ısrar etti ve 5 Ağustos 1981 tarihinde yapılan toplantıda iyi niyetli ve kapsamlı olarak hazırladığı önlemler paketini Rum tarafına ve BM'ye sundu. Bu pakette:

    • KTFD sınırlarını gösteren bir harita,
    • Maraş'la ilgili harita,
    • Anayasa taslağı,
    • Güvenlik konuları,
    • Garantiler yer alıyordu.

    Bu öneriler BM Genel Sekreterinin özel temsilcisi tarafından olumlu bulundu. Rum tarafı ise Türk önerilerini görüşmeye bile gerek duymadan kabul etmeyeceğini açıkladı. Bundan sonra Rumlar nüfus mübadelesi anlaşmasını tanımadıklarını açıklayarak bütün Rum göçmenlerin evlerine dönmesi gerektiği tezini savunmaya başladılar. Taktikleri ise anlaşma isteyen taraf görünüp KTFD ve dolayısıyla Kıbrıs Türk Halkını ekonomik abluka altında tutmak ve Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmanın avantajlarını kullanarak Türkler'i dünyadan tecrit etmekti. Böylece zaman hep Rumlar'dan yana çalıştığından anlaşmazlığı uzatmak suretiyle zaman kazanma yolunu seçtiler.

    13 Mayıs 1983 tarihinde BM. Genel Kurulu'nda Türkler'in hakkım gasp ederek işgal ettikleri sandalyenin avantajını kullanarak Türkler'in aleyhine bir karar çıkarttılar. Türk tarafı bu kararı kabul etmedi ve KTF. Meclisi, 17 Haziran 1983 tarihinde Self-Determinasyon hakkının bağımsızlık yönünde kullanılmasına olanak sağlayan bir karar aldı. Daha sonra Rum tarafının Türkler'in görüşme çağrılarını kabul etmemesi ve resmi Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatını kullanmakta ısrar etmesi üzerine, KTF. Meclisi 15 Kasım 1983 tarihinde yaptığı toplantıda KKTC'nin kurulmasını oy birliği ile karara bağladı. KKTC'nin Bağımsızlık Bildirisi aynı gün Rauf Denktaş tarafından Saray otelinin balkonundan okunarak bütün dünyaya duyuruldu.

    KKTC'nin ilanından sonra Yunanistan ve Rum tarafı BM. Güvenlik Konseyi'ne başvurdular. Cumhurbaşkanı R. Denktaş'ın ayrıntılı açıklamalarına rağmen Güvenlik konseyi 541 Sayılı kararı ile KKTC'nin ilanını hukuken geçersiz saydı. Türkiye ve KKTC bu kararı tanımadığını açıkladı.

    Bundan sonra iki tarafı görüştürüp anlaştırma çabaları devam etti. BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar'ın taraflara sunduğu "Anlaşma Taslağı" ve "Çerçeve Anlaşma Metni" 21 Ocak 1985 ve 20 Nisan 1986 tarihlerinde Rum tarafınca reddedildi. Sebebi ise, bu taslakta Türkler'e eşit hak tanınması ve ENOSİS'e olanak ta-nınmamasıydı.

    Ancak BM. Genel Sekreteri almış olduğu iyi niyet görevi çerçevesinde çalışmalarına devam etti ve her iki tarafla da ayrı ayrı defalarca görüştü. 26 Şubat-2 Mart tarihleri arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca Genel Sekreter Güvenlik konseyine bir rapor sundu ve Güvenlik Konseyi 649 sayılı kararını aldı. Bu karar iki toplumdan oluşan bir Kıbrıs Devleti'nin mevcudiyeti esasına dayalı bir çözüm öngörüyordu. Amacını ise; iki toplumun ilişkilerini federasyon, iki toplumluluk ve iki bölgelilik esasına göre düzenleyecek yeni bir anayasa oluşturmak olarak ortaya koyuyordu. Her iki taraf da bu kararı kabul etti. Bundan sonra BM. Genel Sekreteri ve özel temsilcileri iki toplum liderleri ile ayrı ayrı defalarca görüşerek iki toplumun isteklerini içeren 100 maddelik fikirler dizisini ortaya koydular. Fikirler dizisindeki ana konular şunlardı:

    • Tam kapsamlı amaçlar,
    • Yol gösterici prensipler,
    • Federasyonun anayasal yönleri,
    • Güvenlik ve garanti,
    • Toprak düzenlemeleri,
    • Göçmenler,
    • Ekonomik güvence ve gelişmeler,
    • Geçici düzenlemeler.

    BM Güvenlik Konseyi 10 Nisan 1992 tarihinde aldığı 750 sayılı kararla tarafları "Fikirler Dizisi" çerçevesinde görüşmelerde bulunmak üzere New York'a davet etti. Haziran ayında yapılan görüşmelerin birinci turunda Rum tarafının isteği olan toprak sorunu görüşüldü ve BM. Genel Sekreteri yetkisi olmamasına rağmen bir harita ortaya koydu. Denktaş ise verebileceği en fazla taviz olan 29 ( + )'dan aşağıya inemeyeceğini belirtti.

    İkinci tur görüşmenin gündem maddesi ise yine Rumların isteği olan göçmenler konusu idi ve Genel Sekreter yine Rum yanlısı tutumu ile 100. 000 Rum'un kuzeye yerleştirilmesini istedi. Böylece hiçbir ilerleme sağlanamadı ve görüşmelere 26 Ekim 1992'de devam edilmek üzere ara verildi. Görüşmeler neticesinde Genel Sekreterin verdiği rapora istinaden Güvenlik konseyinin aldığı 774 sayılı karar ise Türk tarafının aleyhine idi. Buna rağmen Türk tarafı görüşme sürecinden ayrılmayarak Newyork'a tekrar gitti. Bu kez anayasa ve garantiler konusu ele alındı ve Rum tarafının Türklerin güvencesini azaltıcı tedbirler üzerinde durması ve Türklerle eşit şartlarda ortaklığa yanaşmaması sonucu bir ilerleme sağlanamadı. Görüşmelere ileriki bir tarihte devam edilmek üzere ara verilmesine rağmen Rum Yönetimi Lideri Vasiliu Newyork'tan ayrılmayarak Güvenlik Konseyinden çıkacak olan kararın Türkler aleyhine olmasını sağlamaya çalıştı. Genel Sekreter Boutras Gali'nin de çabaları sonucu Güvenlik Konseyinden çıkan 789 sayılı karar Türk tarafının kesinlikle kabul edemeyeceği bir karardı. Nitekim KKTC ve Türkiye bu kararı kabul etmediklerini açıkladılar.

    789 sayılı karar Rum tarafındaki Başkanlık seçimlerinden sonra Mart 1993'te tarafları tekrar görüşmeye çağırıyor ve KKTC aleyhindeki BM kararlan ile KKTC'nın ve Türkiye'nin kabul etmediği Galli haritasına atıf yapıyordu.

    Bu arada Rum tarafında seçimler yapıldı ve ENOSİS tarafları EOKA'cıların ve kilisenin desteklediği G. Klerides Rum yönetimi lideri oldu. Mart ayı sonunda Newyork'ta yeni görüşmeler yapıldı. Ancak "Fikirler Dizisi"ni kabul etmeyen ve seçim kampanyası boyunca bütün Rum göçmenlerinin evine döneceğini söyleyen Kle-rides ile nasıl bir sonuç alınacağı, ümitsizliğe yönelik bir görüntü verdi. Ancak seçim sonrası Klerides, Denktaş ile Newyork'ta biraraya geldiler. Görüşmede; BM. Fikirler Dizisi'nin bağlayıcı olmadığını kabul ettiler. Görüşmelerin Adada devamı konusunda prensip kararına vardılar ve Nisan ayı ortalarından itibaren de Adadaki görüşmelere başlandı. Ancak, bu görüşmelerden de sorunu temelinden çözecek neticeler ortaya konulamadı.

    Temmuz 1997'de Avrupa Topluluğu'nun Güney Kıbrıs Rum kesimini üyeliğe alma yönündeki kararı, sorunun çözümünü daha da güçleştirdi.

    Türkiye ile Yunanistan arasındaki diğer önemli anlaşmazlık konuları ise; Ege adalarının silahlandırılması, Kıta Sahanlığı, Ege Hava Sahası, Fır Hattı gibi temel sorunlardır. Sonuç olarak; geçmişte olduğu gibi 2000'li yıllarda da Türkiye'nin "Güvenlik Sorunları"nın devam etmekte olduğu görülür. Çeşitli nedenlerden kaynaklanan bu sorunları üç grupta toplamak mümkündür. Bunlardan Birincisi: İmparatorluğun tasviyesinden kaynaklanan sorunlardır.

    İkincisi: Uluslararası ittifaklardan ve güç dengelerinden doğan sorunlardır. Üçüncüsü: Ülkenin coğrafyasından kaynaklanan sorunlardır.

    Güney Kıbrıs'ta AKEL İktidarı

    Şubat 2008'de GKRY'de yapılan seçimlerde Dimitris Hristofyas,son turda rakibi Kasulidis'in aldığı 15.000 oya ve %40.11 oy oranına karşı %59.89 oy oranı ve 23.000 oyla GKRY cumhurbaşkanı seçildi.Hristofyas basına verdiği demeçlerdeKıbrıs sorununun çözülememesi halkımıza ihanetle eşdeğerdirgibisinden cümleler kurarak çözüme hazır olunduğunu ifade etti.KKTC ve GKRY cumhurbaşkanlarının görüşmelerinde Mart 2008'de Lefkoşa'yı ve adayı birbirinden ayıran Lokmacı Sınır Kapısının açılması kararı alındı ve açıldı.Fakat,Kıbrıs halkı kesin çözüm bekliyor.

    1970 Harekatıyla Birlikte Kıbrıs Sorununun Çözümlendiğini Savunan Tez

    Bu teze göre, Türkiye Cumhuriyeti için herhangi bir sorun yoktur. Zira yetkisini kullanmış ve Kıbrıs Türklerinin adadaki sorunu kendisine göre çözmüştür. Diğer bir deyişle, Türk tarafının Kıbrıs sorunu yoktur.

    KKTC'nin de Kıbrıs sorunu yoktur. Zira, adada barış sağlanmış ve Kıbrıs Türkleri devletlerini kurmuşlardır. Ancak KKTC'nin tek sorunu tanınmama sorunudur. (Dünya'da Tayvan dahil pekçok tanınmayan devlet mevcuttur.) Kıbrıs sorunu, Türkler için çözümlenmiştir. Rumlar için çözümlenmemiş ve sorundur.                                                             


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           KIBRIS MESELESİNİN  KÖKENİ

    Kıbrıs meselesinin kavranması için konunun kökenine inmekte fayda olduğu ve bu kökeni ile alakalı birkaç anekdotla konuya başlamak daha verimli olacağı için burada öncellikle Yunanistan’dan bahsetmek durumunda olduğumuzu düşünmekteyim.

    Yunanistan’ın benimsediği “Megali İdea” hedefleri ile bunu gerçekleştirecek ülke kaynakları arasındaki zıtlık her zaman en bariz şekilde kendini açık etmektedir.(1) Zira Yunanistan, arazisi dağlık, toprakları verimsiz, ağır endüstriden yoksun üç bine yakın irili ufaklı Ege Denizi’ne dağılmış adacıklar ülkesidir. Ayrıca kendisi de sürekli nüfus ihraç etmektedir. Göçe zorlama nedenleri olan ülkenin içinde bulunduğu fiziki ve ekonomik şartlar dâhilinde Yunanlılar dünyanın dört bir yanına dağılmışlar ve buralardan ülkelerinin lehine, Türkiye aleyhine propaganda yapacak kamuoyu oluşturmayı başarmışlardır. Böylece büyük devletler, Yunanlıların propagandalarına kandıkları mı yoksa bilerek göz yumdukları mı konusu üzerinde herkesi düşündürmektedirler ama bu propagandalar sonucu Yunanlıların sürekli arkalarında olmuşlardır.

    Tarih kayıtlarına bakıldığı zaman, Yunan propagandalarına verilebilecek bir sürü örnek bulunmakla beraber şu örnek, olayı çok güzel özetlemektedir: Yunanlılar zamanında Sisam Adası’nda isyan başlatmışlar ve isyanı bastırmak üzere harekete geçen Osmanlı ordusu hakkında her türlü zulüm ve eziyet yaptıkları yalanını tüm Avrupa’ya sistemli bir şekilde yaymışlardır.

    Bunun gerçek dışı olduğuna temel teşkil eden delili, bu olayı duyan bir İngiliz generalin kendi ağzından öğrenmekteyiz. İngiliz General şöyle demektedir: ‘’Sisam Adası olayları, gerek Yunanlılarca gerekse Rumlarca Avrupa’ya pek uydurma hikâyelerle anlatıldı. Türklerin ise ya bunlardan haberleri yoktu ya da söylemlere kıymet vermediklerinden sustular. Kendi savunmalarını yapmayan Türkler, kolayca ‘barbar’ damgası yediler. Şükredelim ki Türkler, asılsız yakıştırmalara ve isnatlara cevap verecek yayın organlarından mahrumdular ve böylece Hıristiyanlık âleminin namus ve şerefi lekelenmekten kurtuldu.’’

    Yunanistan için ortaya konan bu durum da göz önünde bulundurularak Kıbrıs konusunda, Yunanistan’ın politikalarının üç temeli olduğundan bahsetmek mümkündür. Bunlar:

    • Megali idea,
    • Türk düşmanlığı,
    • Sorunların halledilmesinde büyük devletlerin himayesini temin etme.

    Girit ve oniki ada konusunda Türklerin başına gelen türlü zulum ve entrikalara göz yuman batılı devletler, Yunanlıları desteklemeyi de ihmal etmemişlerdir. Aynı şeyler Kıbrıs konusunda da yapılmaya çalışılmaktadır.

    Lozan sonrası Kıbrıs sorununa bakacak olursak; Lozan Barış Anlaşmasıyla Türkiye, ada üzerindeki hükümranlık hakkında vazgeçmek zorunda bırakılmış ve ada, 1924 yılından sonra İngiltere’nin kolonisi olmuştur. Nisan 1955 yılına gelindiğinde Yunanistan ‘megali idea’ dolayısıyla adada EOKA örgütünü kurmuş, terör ve şiddet eylemlerini başlatmıştır.(2)

    1959 yılına gelindiğinde İngiltere önce, Kıbrıs üzerindeki egemenlik haklarını Rum ve Türk vatandaşlara eşit şekilde devretmiş, daha sonra bu eşitliğe dayanan üç devletin garantörlüğünde bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Böylece Kıbrıs’ta İngiliz kolonisi hakimiyeti son bulmuştur (1960).

    1960 yılında kurulan ortak devleti Rumlar, 21 Aralık 1963 tarihinde hukuk dışı olarak ihtilale benzer bir hükümet darbesi ile yıkmışlar, daha sonra da Türkleri dışlayarak silah zoru ile devlet makamlarına oturmuşlardır. Böylece artık Kıbrıs Hükümeti artık sadece Rum ahalisine hizmet eder hale gelmişti ve artık ada, Rum toprağı olma yolunda ilerliyordu.

    Kıbrıs-Türk halkı da Rum-Yunan ikilisine boyun eğmeyerek ve uluslararası hukuktan gücünü alarak ve self determinasyon hakkını kullanarak kendi ayrı devletini kurmuştur. (3)

    Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a karşı bir hükümet darbesi düzenlemesi üzerine Türkiye hukuka dayalı hakkı olarak 20 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’a asker çıkararak adaya barış ve huzur getirmiş ve adanın Yunanistan’a ilhakını önlemiştir.(4)

    Rum ve Yunanlılar 15 Temmuz 1974 yılında Makarios’u devirerek Helen Cumhuriyeti’ni ilan etmekle adada Türk varlığını sona erdirme planı olan Akritas planını uygulamaya koymakla Türk ve Rumların üniter devlet çatısı altında yaşama imkânını ortadan kaldırmıştır. (Akritas planı: 1963 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinde çoğunluğa sahip Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türklerini yönetimde zayıflatarak daha sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Yunanistan ile birleştirmeyi amaçlayan plan).

    Akritas planının uygulanmaya başlanması ile Kıbrıs meselesi yeni bir boyut kazanmıştır.Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ikiye bölünmesinden ortaya iki ayrı otonom devlet çıktı: KKTC ve GKRY. İki devletten hiçbiri Kıbrıs’ın tamamının üzerinde hükümranlık hakkına sahip değildir. İki devlet 1960 tarihli Londra–Zürih Antlaşmaları ile eşit konumdadırlar ve kendi toprakları üzerinde egemendirler. Devletlerden biri diğerini temsil edemez ve biri olmadan diğeri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı veya Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu iddia edemez.

    Bundan dolayı GKRY ‘nin Kıbrıs’ın tamamı üzerinde egemenlik hakkının olduğunu ve Kıbrıs’ın tamamının temsil etme hakkının bulunduğunu iddia etmesi tamamen hukuk dışı bir tutumdur.

    Kıbrıs meselesinin çözümünün önündeki engel; Rum ve Yunanlıların “Enosis” hayallerinden vazgeçmemeleridir. (5)

    Kıbrıs’taki yeni gelişmeler doğrultusunda BM’de çözüm aranmaya başlanmış ve BM’nin 1975 yılında aldığı bir kararla, BM, genel sekreterine Kıbrıs meselesinde adil kalıcı ve tarafları tatmin edici bir çözüm bulmak üzere görevlendirmiştir. Genel sekreterin çabalarına rağmen soruna halen kalıcı bir çözüm bulunamamıştır, çünkü Yunanistan “Enosis” hayalleri peşindedir.

    Rum- Yunan ikilisi orada Türkleri yabancı kabul etmektedirler. Buna en güzel örnek Kıbrıs Başpiskoposluğu’na seçilen Makarios’un 22 Ekim 1950 tarihinde Ortodoks kilisesinde verdiği yemindir. Bu yeminde “Kıbrıs’ın, ana vatanı Yunanistan’a ilhak edilmesine ilişkin politikamızdan asla vazgeçmeyeceğimize kutsal kitap üzerine yemin ederim” şeklinde ifadeleri yer almıştır. Bir de 26 Haziran 1967 tarihinde Rum Temsilciler Meclis’inde Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak konusunda aldığı karadır. Bu kararın aksi yönünde bir karar şimdiye kadar alınmadığından Rum Temsilciler Meclisi’nin kararı halen yürürlüktedir.

    Rum – Yunan ikilisi Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hiçbir zaman amaç gözüyle bakmamış, onu sadece bir aşamalı “Enosis” olarak görmüşlerdir.

    Rum Yunan ikilisi Kıbrıs’ta Rum ve Türklerin beraberce egemen bir devlet kuması yolunu, İngilizlerin koloni idaresinden kurtulma yolu olarak görmüşlerdir. Bu şekilde Yunan siyasi liderleri ile Makarios’un şeytani düşünceleri ve siyasi beceriksizlikleri, kısır ve dar görüşlülükleri Kıbrıs’ı bir sorun haline getirmiştir. Bu gerçeğe rağmen batılı devletlerin Rumlara Kıbrıs Cumhuriyeti gözüyle bakmaları tamamen hukuk dışıdır ayrıca bu iş o kadar kötü bir hal almıştır ki GKRY, AB üyesi iken; KKTC, AB üyesi değildir.

    İşte tam da bu gerçekler, batılı devletlerin Rumlara gösterdikleri bu ayrıcalık adada tam bir ikilem meydana getirmekte ve sorunların çözümleri bir yana sorunlar içinden çıkılamaz bir hal almaktadır. Ayrıca KKTC’ ye uygulanan çifte standart, Kıbrıs Türklerine haksızlıktan ileri bir hakaret ve yok saymadır.

    Kıbrıs meselesinin çözülememesi sorunu da bu noktada belirginleşmektedir. Büyük devletlerin Yunan yanlısı adaletsiz davranmalarıdır. Uluslararası kurum ve kuruluşlar da bu adaletsizliğe ortak olmaktadırlar.

    G8 grubunun Kıbrıs üzerinde yapmak istediği batı etkinliğini esas alan bir yönetimin kurulmasıdır.

    Kalıcı çözümler bulabilmek için, adada iki otonom devlette kabul edilmelidir. Toplumsal müzakereler bu temele oturtulmadığı sürece çözüm olmayacaktır.

    BM çatısı altında tatmin edici çözümler aranmaktadır. Bu da Kıbrıs’ta iki toplumlu iki bölgeli ve Türkiye’nin fiili garantisini içeren federal bir devletin kurulması için zemin hazırladığını gören Rum-Yunan ikilisi, nihai hedefleri olan “Enosis” den uzaklaşıldığının farkına varınca Kıbrıs meselesini BM inisiyatifinden çıkararak destek bulacağı büyük devletlerin kontrolüne sokma gayreti göstermiştir.

    Yunanistan ve GKRY’ yi uluslararası platformlara taşıyarak kendi lehlerine çözme amacıyla 1990 da AB’ye üye olmak suretiyle de oraya taşımışlardır. KKTC bunun üzerine Kıbrıs’ın tamamı adına Rum kesiminin tam üyelik müracaatına itiraz etmiştir. AB, KKTC’yi dışlamış ve görüşmelere başlamıştır.G8 grubu 1999 yılında devlet başkanları ve başbakanlar seviyesinde yaptıkları zirve toplantısında adadaki tarafların ön koşulsuz olarak müzakere masasına oturmaya ve kapsamlı bir görüşme yapmaya davet için karar almıştır ve karar sonucu BM nezdinde girişimlerde bulunmuşlardır.

    AB uzun zamandır Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi için Türkiye’ye baskı yapması ve G8 grubunun hiçbir ilgisi olmadığı halde Kıbrıs meselesine karışmak istemesi ve bunların Yunan yanlısı tavır takınmaları aslında bu günün konusu değil, 1821 Yunan isyanı ile başlayan ve tarih içerisinde büyük devletlerce desteklenen Yunan yayılmacı politikasının günümüze dek gelen bir uzantısı şeklinde yorumlanmaktadır.

    AB ve büyük devletlerin GKRY’ye teknolojik silah satmaları aslında adada barıştan değil, savaştan yana oldukları açıkça görülmektedir. Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının en başta gelen amacı ”Enosis” ten tamamen arındırılmış bir çözüm bulmak çabası olmalıdır.

    Kıbrıs konusu Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde önemli yer tutar ve Kıbrıs, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. 1974 yılına kadar hep söyleneni yapan Türkiye, Kıbrıs meselesinde kendi inisiyatifini kullanarak hareket etmiş ve gelişmekte olan ülkelere uluslararası ilişkilerde bağlılık zincirlerinin kırılabileceğinin sinyalini vermiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder