11 Aralık 2022 Pazar

İSLAM_Müslümanlık

 


kelime kökeni

İslam sözcüğü Arapça "se-le-me" kökünden türemiştir ve anlamı "barış"tır. Bununla birlikte kökün aktif ortaç formu eslemedir ve "teslimiyet" anlamına gelir. Sonuçta İslam, "teslimiyet" anlamına gelirken, Müslüman da "teslim olan" anlamına gelir; burada teslim olunan tek tanrı olduğu kabul edilen Allah'tır.
İslam dinine mensup kişileri adlandırmakta kullanılan Müslüman kelimesi ise sözlükte "bağlanan", "teslim olan", Mümin ise "şüphesiz inanan" anlamlarına gelir.                                                                        İslam'da peygamberler 
İslam dinine göre Allah insanları İslam inancına çağırmak için birçok peygamber göndermiştir. Bunlardan bazıları ismen Kur'an'da zikredilir. Nitekim bu peygamberlerin birçoğu Hıristiyanlık ve Musevilik'te de peygamber olarak kabul edilen kişilerdir ve onlara dair kıssalar büyük benzerlik gösterir.Hristiyanlık ve Musevilik'ten farklı olarak, Kur'an'a göre Allah insanlığa son bir peygamber göndermiştir ve bu peygamber Muhammed Mustafa'dır.
İslam'a göre kaç peygamber olduğu tartışma konusu olmuştur. Kur'an'da sadece 25 tane peygamber ismen anılır. Bununla birlikte, Mü'min suresi'nin 78. ayeti gerek İslam'daki peygamber anlayışı gerekse peygamberlerin sadece Kur'an'da adı geçenler olup olmadığı üzerinedir:
"Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmadan bir mûcize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar."
Çeşitli hadislerde kaç tane peygamber olduğuna dair bazı sayılar verilmiştir ve sonraki dönemlerde birçok kitapta farklı kaynaklara dayanılarak birçok sayı ortaya atılmıştır; bununla birlikte üzerinde anlaşılan ve kesin kabul edilen bir sayı yoktur. Kur'an'da tam olarak kaç tane peygamber gönderildiği açıklanmaz.
İslam'da peygamberlik kavramı ikiye ayrılır: Nebiler ve resuller. Buna göre resuller kendileriyle birlikte yeni bir şeriat (dinî hükümler) gönderilen peygamberlerdir, Allah'ın elçileri olarak yorumlanırlar. Her resul nebi iken, her nebi resul değildir. Nebilerin beraberlerinde yeni bir şeriat getirmediklerine, kendilerinden önce gelen en son resulün şeriatına uygun hükmettiklerine inanılır. Buna göre son peygamber olarak kabul edilen Muhammed bir resuldür ve beraberinde getirdiği şeriat son ve Müslümanlar için şu an geçerli olan tek şeriattır. Gerek Şia, gerekse Sünnilik'te peygamberlere inanmak önemli bir yer tutar ve inanç esaslarından sayılır.                                                                                            Son peygamber olarak Muhammed 

Muhammed bin Abdullah (d. 570 dolayları - ö. 632), İslam dinine göre son peygamberdir ve kendisine Allah tarafından Kur'an'ın vahyedildiğine inanılır. Rasul bir peygamber olduğu için birlikte getirdiği şeriat son şeriat sayılır; yani Müslümanlar, Muhammed'in kendi zamanı ve sonrasında onunla birlikte gelen hükümlere uymakla yükümlüdürler. Mekke'de 570 ya da 571 yılında doğmuş, Veda Haccı'ndan sonra rahatsızlanarak Medine'de 632 yılında vefat etmiştir. İslam dininin son peygamberi olan Muhammed'in sözleri (hadisler) ve yaptıkları (sünnetler), Kur'an'daki emirlerinin yanında ikincil bir kaynak olarak kabul edilir ve İslam hukukunun iki temel kaynağından biri sayılır (diğeri Kur'an'dır). İslam'a göre Muhammed daha önceki İbrahimi dinlerin peygamberlerinin getirdiği mesajın aynısını getirmektedir; aradaki güncel farklılık diğer İbrahimi dinlerin mensuplarının, kendi peygamberlerinin getirdiği dini tahrif etmelerinden doğmuştur...                                                                                                      
Kur'an veya Kur'an-ı Kerim, İslam peygamberi Muhammed'e Allah tarafından Cebrail aracılığıyla gönderildiğine inanılan kutsal kitaptır.
Kur'an'daki her bir bölüme sure adı verilir, her sure de kendi içinde ayetlere bölünür. Kur'an'da toplam 114 sure bulunmaktadır. Kronolojik olarak Kur'an'ın ilk gönderilen ayetinin Alak suresinin birinci ayeti olduğuna inanılır:
"Oku O yaratan Rabbinin adıyla!"
Kur'an 610 - 632 yılları arasında sözlü olarak tamamlanmıştır. Peygamberin sağlığında yazılı hâle getirilmemiştir. Arapça olan ilk kutsal kitaptır.
Kur'ân, ayrıca Kelamullah, Kitabullah, Furkan, Tenzîi, Mushaf, Kitab, Nur ve Umm-ul Kitab isimleriyle de bilinir.
İslam'a göre Kur'an'daki emirlere ve yasaklara uymak farz yani şarttır. Ayrıca İslam dininde Kur'an'ın hiçbir zaman tahrif olmayacağı yani değiştirilemeyeceğine inanılır; bunun başlıca sebebi Hicr Suresinde bulunan Kur'an'ın hiçbir zaman tahrif edilmeyeceğini açıklayan ayettir. Bu ayet (Hicr, 9) şöyledir:
"Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız".
Kur'an İslam hukukunda temel kaynaktır ve Kur'an'da geçen emir ve yasaklar temelinde kararlar alınır. İslam'da en son karar mercii, Allah'ın kelamı olduğuna inanıldığı için, her daim Kur'an'dır. Bazı İslam hukuku ekolleri Kur'an'da geçmemekle birlikte Kur'an'da geçen bir başka emir veya yasakla aynı illete (sebebe) dayanan konularda da Kur'an'daki emir veya yasağı temel alarak karar verirler.                               İslam'da ilah kavramı

İslam'a göre içerisindeki her şeyle birlikte evrenin yaratıcısı Allah'tır. O, doğmamış ve doğurulmamıştır. Varlığı ezelî ve ebedîdir. Her şeye gücü yeter. Allah'a iman, İslamiyet'teki iman esaslarından (imanın şartları) birincisidir. Diğer İbrahimi dinlerin aksine İslam'da Allah'a antropomorfik yakıştırmalar yapmak şiddetle reddedilmiştir ve yasaklanmıştır. Antropomorfik yakıştırmalarda bulunan çeşitli mezhepler ortaya çıksa da bunlar genellikle İslam dışı sayılırlar. Aynı şekilde Allah'ın sureti olduğuna inanılmaz ve hiçbir şekilde Allah'ın somut olarak betimlenmesine izin verilmez. İslam dinindeki tanrının özel adı olarak Allah ismi kullanılırken ve yaygınken, kullanılan başka isimler de vardır. Bu isimlerden 99 tanesi özel bir şekilde ele alınır ve birçoğu Kur'an'da Allah için kullanılan ifadelerden köken alan bu isimlere topluca "Güzel İsimler" anlamına gelen Esma-ül-Hüsna denir; bununla birlikte bu 99 ismin listeleri farklılık gösterebilir - sayı değişmese de sayılan isimler arasında farklılık bulunabilir.                                                                                                                                                           İslam'ın ilk ve tek din olduğu inancı 

İslam dinine göre bütün âlemler ve insan, Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yaratılışın mahiyeti konusunda farklı mezhepler farklı görüşler belirtse de, yaratılışın kendisi Kur'an'da geçer. Bu noktadan sonra insanın -ki ilk insanın diğer İbrahimî dinlerdeki gibi Âdem olduğuna inanılır- doğru bir dine inandığı, fakat İblis'in ve kendi nefsinin hataları sonucu zaman zaman bu dinden saptığına inanılır. Hristiyanlıktakinin dengi bir ilk günah kavramı yoktur.
İslam'a göre en başından beri insanların inandığı din İslam'dır. Diğer dinler, bu dinin dejenere olmuş formları olan sapmalardır. Buradan hareketle İslam'a göre Muhammed'in getirdiği din, yeni bir din değildir. O, daha önceki peygamberlerin mesajını, aynı dini tekrar açıklamış ve tamamlamıştır. Nitekim bu inanç sebebiyle diğer İbrahimi dinlerin peygamber kabul ettiği çoğu şahıs İslam'da da peygamber kabul edilir. Aynı şekilde diğer iki büyük İbrahimi din olan Hristiyanlık ve Museviliğin kutsal metinlerinin, kökenlerinde İslami metinler olarak kabul edilseler de, tahrif edilmiş ve bu sebeple hükümsüz bir durumda olduklarına inanılır. Tarihsel açıdan ise İslam dini Muhammed bin Abdullah önderliğinde Arap yarımadasında 7. yüzyılda başlamıştır.                                                                                     Musevilik, Hristiyanlık ve İslam 

İslamiyet'te Musevilik ve Hristiyanlığın dünya üzerindeki diğer dinlere nazaran özel bir konumu vardır. İslamiyet'te bu dinlerin özünde İslamiyet olduğu, ancak kendilerine indirilen bir ilahî kitap ve gönderilen peygamberden yüz çevirdiklerine, ilahî metinleri yıprattıklarına inanılır. Bununla birlikte Ehl-i Kitab (ya da Kitap Ehli) olarak anılan Museviler ve Hristiyanlarla ilişkiler, diğer dinlere (örneğin politeistik inançlara) göre çok farklıdır.
"O, size dinde Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi ve İbrahim, Musa ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi de kanun kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Bu davet ettiğin iş müşriklere ağır geldi. Allah, ona dilediklerini seçecek ve kendine yüz tutanları (yönelenleri) de ona hidayetle eriştirecektir." Şura Suresi, 13. ayet.
"Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti ve: "Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, başka dinlerden sakının, yalnız Müslüman olarak can verin! dedi." Bakara Suresi, 132. ayet.
"Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir." Al-i İmran Suresi 19. ayet.
"Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükâfatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır."Bakara Suresi, 62. ayet.
Museviler de Hristiyanlar da İslam'ı hak bir din olarak kabul etmezler. Musevi inancına göre, Hrıstiyanlık ve İslam; her ikisi de tek gerçek İbrahimi din olan Yahudi fıkıhından yola çıkmış ve daha sonra tek başına din halini almış Yahudilik çıkışlı mezheplerdir. Nitekim İslam, birçok Musevi alimin üzerinde hem fikir olduğu ve Musevi inancının temel taşlarından saydığı Yahudi milletinin halklar arasındaki özel konumuna değinmemektedir.
Hristiyanların inandığı akide ile İslamınki oldukça farklıdır ve bu sebeple Hristiyanlar İslam'ı hak bir din olarak görmezler. Hristiyan akidesinin temelinde yer alan teslis (yani üçleme) inancı, İsa'nın Tanrı'nın Oğlu olduğu fikri gibi kavramlar İslam'da bulunmadığı gibi, İslam'ın kutsal kitabı Kur'an başta olmak üzere tüm İslami kaynaklarca reddedilmiştir. Bu sebeple Museviler gibi Hristiyanlar da İslam'ı hak bir din olarak görmezler.                                                                                                                      Tarihçe 

İslamiyet 7. yüzyılda peygamberi Muhammed aracılığıyla Arap Yarımadası'nda yayılmaya başlanmıştır. Muhammed'in ölümünden sonra İslam Devleti'nin başına sırasıyla Dört Halife geçmiştir, bunlar sırasıyla: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir. Ali'nin ölümünden sonra kısa süreliğine Müslümanların biatıyla Hasan halife olmuş fakat daha sonra elindeki gücü kullanarak Muaviye hilafeti almış, iktidara gelmiştir. Peygamberin ölümünden sonra iktidara gelen ilk dört halifeye Sünnî yazında sıklıkla Hülefa-i Raşidin yani Doğruluk üzere bulunan Halifeler denmiş ve bazen bunlara Hasan da eklenmiştir. Bununla birlikte Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın halifelikleri genel olarak Şii ve Aleviler tarafından tanınmaz. Haricîlerin bugün hâlâ devam eden bir konu olan İbadiyye ise sadece ilk iki halifeyi, yani Ebu Bekir ve Ömer'i, kabul eder ve Doğruluk üzere halife olarak görür.

Ebu Bekir döneminde öncelikle peygamberin ölümü sonrası Arap yarımadasında başlayan kargaşalar giderilmiş zaman içinde Sasani İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu'na doğru ilerlenmiştir. Ömer'in hilafeti sırasında İslam devleti sınırlayı büyük ölçüde genişlemiş[30], Mezopotamya fethedilip ele geçirilmiş, Mısır, İran, Filistin, Suriye, Kuzey Afrika ve Ermenistan'ın çeşitli bölümleri istila edilmiş ve ele geçirilmiştir[8]. Daha sonra üçüncü halife olarak seçilen Osman'ın hilafeti sırasında İran'ın tamamı, Kuzey Afrika'nın tamamına yakını, Kafkaslar ve Kıbrıs ele geçirilmiş, İslam Devleti topraklarına katılmıştır. Bununla birlikte kendi zamanında bazı yakınlarının önemli görevlere atanması ve diğer bazı iç sorunlar sebebiyle Osman öldürülmüştür. Osman'ın öldürülüşü ve ortaya çıkan iç savaş ortamı sebebiyle Ali'nin döneminde hilafet iç meselelere yönelmiş, çıkan iç savaşla uğraşmıştır. İç savaş ve iç gerilimler sonucunda Ali de öldürülmüş, kendisinden sonra halife olan oğlu Hasan ise hilafeti Muaviye'ye teslim etmek zorunda kalmıştır. Muaviye İslam Devletinin başkentini Şam'a taşımış, imparatorluk benzeri bir yapının temellerini atmış, kendisinden sonra oğlu Yezid'i bu makama atayarak İslam siyasî tarihinde saltanatı başlatmıştır. Bu hareket karşı ayaklanan Muhammed peygamberin torunu, dördüncü halife Ali bin Ebu Talib'in oğlu Hüseyin ise, Yezid tarafından gönderilen askerlerce, Kerbela'da taraftarlarıyla birlikte öldürülmüştür[33][34]. Nitekim bu noktadan sonra daha katı bir Şiî ayrılması söz konusu olmuştur. Muaviye ile birlikte başlayan yeni döneme Emeviler Dönemi denmiştir. Emeviler Dönemi'nde büyük bölgeler zaptedilmiş, İslam Devleti İber yarımadasına kadar ilerlemiştir. Her ne kadar siyasî yayılma yükselişe geçmiş olsa da aynı şey dinî yayılma için söylenemez; nitekim bu dönemde dinî yayılmanın devletin gayrimüslimlerden aldığı vergi göz önünde bulundurularak pek teşvik edilmediği de öne sürülmüştür. Emeviler'den sonra miladî 750 yılı civarı kurulan Abbasi hükümdarlığı, Emevi hanedanlığının kontrolünü, Endülüs (İber yarımadasındaki kısım) haricindeki tüm topraklarda ele geçirmiştir. Abbasilerin iktidara gelişiyle Abbasiler Dönemi başlamış ve Abbasilerin hilafeti 750 yılından 1258 yılına kadar sürmüştür. Abbasiler zamanında hilafet başkenti tekrar değişmiş, Şam'dan Bağdat'a alınmıştır.
Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan fetihler sonucu ele geçirilen yeni topraklardaki halklar aynı zamanda İslam'la da tanışmış oluyorlardı. Bunun sonucu olarak zaman içinde birçok bölgeye İslam dini yayıldı. Önce yakın bölgelerde yaşayan İranlılarda, 10. yüzyılda ise kitleler halinde Türkler arasında İslam yayılmaya başladı. Tüccarlar aracılığıyla Müslümanlıkla tanışan ve Müslümanlığı benimseyen İdil Bulgarları ilk Müslüman Türk devleti oldu. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri ise Orta Asya'daki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni (840), Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti'ni (1038) kurdular. Abbasiler yönetiminde askeriyede büyük rol verilen Türklerin oluşturduğu Memlükler güçlenirken Abbasiler iki yüzyıllık hâkimiyetlerinin son dönemlerinde çöküşe geçmiştir. Nitekim 1250'de Mısır'da Memlük Sultanlığı başlamış, Memlüklerin buradaki hâkimiyeti 1517 yılına kadar devam etmiş, 1517 yılında Mısır'ı Osmanlılar ele geçirmiştir ki bu fetihten sonra Osmanlılar hilafeti kendi iktidarları olarak benimsemiş, ilan etmiş, Osmanlı padişahları aynı zamanda halife unvanını taşımıştırlar. Abbasi hanedanlığının sonu ise 1258 Bağdat'ın Moğol istilacılar tarafından yağmalanmasıyla son bulmuştur. Endülüs'teki Emevi kontrolü ise 13. yüzyılda düşüşe geçmiş, bölgedeki en son İslam hükümdarlığı olan Gırnata Emirliği 1492'de düşmüştür. Bunların dışında 909 yılından 1171 yılına kadar Mağrib ve Mısır'daki çeşitli bölgelere Fatimîler isimli Arap Şii (İsmailî) hanedanlığı hükmetmiştir. Hanedanlığın başındaki halife Şii İsmaili imamıydı ve bu sebeple seküler gücünün yanı sıra İsmaili İmamet anlayışında da önemli bir yere ve tarihsel öneme sahip olmuşlardır. Fatimîlerin 12. yüzyıldaki çöküşleriyle birlikte Doğu'da hükmetmiş oldukları Mısır, Suriye, Yemen ve Hicaz gibi bölgelerde Eyyûbî hanedanlığı başa geçmiştir. 1517 yılında Osmanlıların ilan ettikleri halifelik 1924 yılına kadar devam etmiş, 1924 yılında Osmanlı'nın mirasçısı konumundaki Türkiye Cumhuriyeti devletinin meclisinin (TBMM) aldığı bir karar fesh edilmiş, yönetim sistemi değişmiştir. Osmanlı Devleti tarafından yapılan fetihlerle Anadolu'nun tamamı ve Balkanlarda Müslüman nüfus artmış, İslam yayılmıştır.                                                                                                                                  İnanç

İslam'da inanç kavramı, Allah'tan başka ilah, (hâkim, kral, kanun koyucu) güç tanımamak, Allah'ın gönderdiği bütün kitaplara ve bütün peygamberlere birisini diğerinden ayırmadan inanmak, yalnızca Allah'a ait olan sıfatları ve ona has özellikleri Allah'tan başkasına yakıştırmamak, din sahibi olarak yalnızca Allah'ı görmek, öldükten sonra dirileceğine, bir gün hesap verileceğine, o günün sahibinin Allah olduğuna inanmak olarak özetlenebilir.
Her ne kadar İslam'daki farklı mezhepler gerek imanı gerekse imanın şartlarını farklı tanımlamış olsalar da, belirli esaslar her mezhepte aynıdır ve temeldir. Sünni anlayışta bunlara inanmak tafsilî imanın birinci derecesine denk gelir, Kur'an'da da geçen bu üç esas şöyledir:
1. Allah'a iman,
2. Peygamberlere iman,
3. Kıyamet gününe, ölülerin dirileceğine (Ba'su ba'de'l-mevt) ve ahirete iman.
Bu esasların birincisi ve diğerlerinin temeli Allah'a imandır. Allah'a iman ile kast edilen tevhit yani Allah'ın varlığına ve birliğine (tekliğine) inanmaktır. Bu Allah'a dayandırılan yaratıcılık, ezelîlik gibi kavramlara inanmayı da gerektirir. Bunlara ek olarak Allah'ın gerçekten ibadet edilmeyi hak eden ilah, onun dışında ibadet edilen her şeyin ise batıl olduğuna inanmak, Kur'an'da ve Muhammed'in sünnetinde bildirdiği üzere, en güzel isimlerin (Esmâ'ul Husna) Allah'a ait olduğuna inanmak, Allah'ın her türlü zayıflıktan, eşya ile bütünleşmiş mekân ve zaman gibi kavramlardan uzak olduğuna inanmak gerekir.
Bunların dışındaki imanın şartları mezhepler arasında ayrılık göstermektedir. Ehl-i Sünnette, tanınmış bir hadis olan Cibril Hadisi ve Kur'an'daki çeşitli ayetler kapsamında imanın altı şartı olduğu sıklıkla öne sürülür. Bunlar:
1. Allah'a iman,
2. Meleklere iman,
3. Kitaplara iman,
4. Peygamberlere iman,
5. Kaza ve kadere iman,
6. Kıyamet gününe ve ahirete iman.


Bununla birlikte bu altı şarttan kadere iman kısmı oldukça tartışmalıdır ve Şia'da yer almadığı gibi Ehl-i Sünnet arasında da tartışma konusu olmuştur; Kur'an'da geçmemektedir.
Meleklere iman ile kasıt meleklere inanmaktır. Buna göre: Melekler, Allah'ın yalnız ona ibadet etsinler ve onun emirlerini yerine getirsinler diye yarattığı üstün kullarıdır. Nurdan (ilahî ışıktan) yaratılmışlardır. Allah onlara özel görevler vermiştir. Büyük meleklerden Cebrail, Allah'ın katından peygamberlere vahiy (mesaj/kitap) indirmekle; Mikâil, doğa olaylarıyla; İsrafil, Kıyamet Günü ve yeniden diriliş günü Sûr'a üflemekle; ölüm meleği olan Azrail, hayatı sona erdirmekle görevlidir.
Kitaplara iman ile kasıt ise Allah'ın peygamberlerine içinde doğru yolu, iyiliği ve kurtuluşu gösteren kitaplar indirdiğine, hepsinin Allah kelamı olduğuna inanmak. Allah'ın zatına ait olan kitapların aslını, yine kendisinin muhafaza edeceğine inanmak. Bu kitaplar, Muhammed'e indirilen Kur'an, Musa peygambere indirilen Tevrat, İsa peygambere indirilen İncil ve Davud peygambere verilen Zebur ve diğer peygamberlere indirilen sahifelerdir (Suhuf). Kitaplara iman Kur'an'da Bakara suresinin 136. ayetinde şöyle ifade edilir:
Deyin ki: ?Biz Allah?a, bize indirilene (Kur?an?a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Musa ve İsa?ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.?
Peygamberlere iman ile kast edilen Allah'ın peygamberler gönderdiğine, ilk peygamber Âdem ile son peygamber Muhammed arasında gelen sayıları Allah tarafından bilinen bütün peygamberlere aralarında hiçbir fark gözetmeksizin inanmak. Peygamberlere iman hususunda Kur'an'da, Bakara suresi 285. ayet şöyledir:
"Peygamber, Rabbinden ne indirildiyse ona iman etti, müminler de. Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve: 'Peygamberleri arasında hiçbir ayırım yapmayız.' diye Peygamberlerine inandılar ve: 'İşittik ve boyun eğdik, bağışlamanızı dileriz, ey Rabbimiz! Dönüş sanadır!' dediler."
Kadere iman, kadere, hayır ve şer her işin Allah'ın iradesinde olduğuna inanmaktır. Bununla birlikte kaderin iman tanımı içerisinde geçip geçmemesi gerektiği tartışmalıdır; nitekim kader tanımı da oldukça tartışılmıştır.
Genel olarak, Allah'ın ezelî ve ebedî ilmi ve bilgeliğinin gereği olarak herşeyin onun bilgisi dâhilinde olduğuna ve huzurundaki ?Levh-i Mahfûz?da yazıldığına inanmaktır. Allah, evreni dilemiş ve yaratmıştır. O?nun iradesi ve yaradışı olmadan olmuş hiçbir şey yoktur. Kader her ne kadar Kur'an'da çeşitli ayetlerde konu edilmiş olsa ve bu sebeple İslam açısından önemli bir kavram olsa da, Kur'an'da imanın bir unsuru, parçası olarak geçmez. Bununla birlikte Cibril Hadisi'nin bazı sürümlerinde Muhammed imanı tanımlarken kader de geçmektedir. Nitekim kadere iman Sünnilikte özellikle klasik alimlerin bir kısmı tarafından iman esası olarak görülmüşken, Şiilikte iman esaslarından biri olarak geçmez.
Ahiret gününe iman ile kasıt Ahiret'e, yani Kıyamet gününe, inanmak.
Ahiret günü; Allah'ın insanları yeniden diriltip bir arada toplayacağı gündür. İslam'a göre o gün insanlar ya nimetleri bol Cennet yurduna ya da elem verici azabın olduğu Cehennem'e gireceklerdir. Nitekim Kur'an'da ahiret gününe iman çeşitli ayetlerde vurgulanmış, Bakara suresi 62. ayette Allah'a inançla birlikte kurtuluşa erecekleri tanımlamakta kullanılmıştır:
"Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükâfatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır."

İslam'ın diğer büyük mezhebi olan Şiilikte ise iman genellikle şu unsurlarla tanımlanır:
1. Tevhit - Allah'ın varlığı ve birliğine inanmak,
2. Adalet - İyi ve kötü olan şeylerin bir hikmetinin olması ve olayların arkasındaki hikmetin Allah tarafından bilinirken her zaman insanlarca anlaşılabilir bir mahiyette olmaması; iyi ve kötü şeylere karşı Allah'ın insanlara iyi olanları yapmalarını emretmesi ve bunun karşılığında onları mükâfatlandırması,
3. Nübüvvet - Peygamberlere iman,
4. İmamet - Allah'ın belirli şahısları insanlığın önderi, imamı olmak için önceden seçtiğine ve gönderdiğine inanmak. Şii inancında Ali ve onun soyundan olan belirli kişilerin gerçek imamlar olduğuna, bunun dinî bir gereklilik sonucu olduğuna inanılır ki bu gerekli vasıflara uyan herkesin imam olabileceğini öne süren Sünni fikriyatından çok farklıdır ve iki mezhep arasındaki en büyük farktır.
5. Kıyamet - Kıyamet gününe inanmak.
Bunların dışında genellikle Şii itikadında şart olarak sıralanmasa da, meleklere iman ve kitaplara iman da Şii itikadında mevcuttur. İmamet şartı dışında, Sünni amentüsünden farklı olarak Şii amentüsünde kadere iman mevcut değildir. İmamet unsuru Şiilikte iman esaslarından biri olması hasebiyle çok önemlidir ve ayrı Şii mezheplerinde farklı yorumlama ve imamet sıralamalarına sahiptir. Sünnilikte bulunmayan Adalet ise Şiilikte özel bir anlam içerir. Şiilikte eşyanın bazısının doğası hasebiyle içten iyi bazısınınsa doğası hasebiyle içten kötü olduğu inancı mevcuttur. Buna göre olayların arkasında her daim gizli bir hikmet yatmaktadır ve kul her ne kadar bu hikmete nail olmaya çalışmalıysa da bunu tamamen anlaması pek mümkün değildir. Aynı şekilde bu esas kişilerin yaptıkları eylemlerde hür olduklarının, Allah'ın da adil olduğunun ve bu sebeple Allah'ın kişilerin iyi eylemlerine iyi, kötü eylemlerine karşı kötü bir sonuç yaratmasının mecburi olduğu görüşündedirler. Yani Allah adalet sıfatından dolayı iyiliği her daim iyilik, kötülüğü ise kötülük ile sonlandırır. Bu Sünnilikte yer almayan bir esastır ki yer almamasının farklı sebepleri vardır. En başta Sünnilikte eşyanın içten iyi veya kötü olup olmadığı tartışmalıdır. Ayrıca kader ve kazaya yaklaşan kişinin eylemlerinde hür olma esası Sünnilikte genel olarak mevcut olsa da, daha farklı yorumlanmıştır.
Sünnilerde amentü sıklıkla İmanın Altı Şartı olarak geçerken Şiilerde amentü sıklıkla Usûl el-Din olarak adlandırılır. İslam dinine göre kişinin iflah olması (kurtuluşa erebilmesi) için iman etmesi gerekir. Bununla birlikte, her mezhep kurtuluş için imanı şart koşsa da, bazı mezhepler ek unsurların da kişinin kurtuluşa erebilmesi için şart olduğunu öne sürmüşlerdir; ibadet gibi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder