29 Aralık 2022 Perşembe

Çin’in "Avrasyacılık" Planı ve Şanghay İşbirliği Örgütü


Pekin 20 yıldır istikrarlı ve bilinçli bir şekilde, küresel arenadaki ekonomik erişimine kurumsal bir öz kazandırmak üzere çok taraflı bir mimari inşa ediyor.
GÖRÜNÜŞE GÖRE, Batı'nın büyük bir kısmının dünya düzeninin bir süre önce değiştiğini anlamaya başlaması için Putin'in Ukrayna'yı işgal etmesi gerekiyordu. Putin'in işgali mümkündü, çünkü düzen çoktan değişmişti ve ABD'nin tek kutuplu dönemi çoktan miadını doldurmuştu. İşgalin kendisi, yeni, potansiyel olarak ürkütücü, çok kutuplu düzenin bir parçasını teşkil ediyor.

Başkan Xi Jinping'in Özbekistan'ın Semerkant kentini ziyareti sırasında 14. yüzyıl İran, Afganistan, Orta Asya Türk-Moğol imparatoru Timur'un muhteşem, mavi çinili türbesini ve Timurlu Rönesansı'nın 15. yüzyıl şaheseri Bibi Hanım Camii’ni ziyaret etmiş olması muhtemeldir. Bunlar, Semerkant'a yapılacak herhangi bir ziyarette kaçırılmayacak yerlerden sadece ikisi.

Xi, tarihe karşı büyük merak duyan bir isim. Çin'de COVID'i kontrol etmek için hala büyük şehirlerin sürekli olarak karantina altına alındığı bir zamanda Xi’nin Semerkant'a yaptığı ziyaret, Putin ile Ukrayna konusunda yapılan görüşmelerden çok daha büyük bir öneme sahip. Xi'nin zihninde en üst sırada muhtemelen Timur ve onun kurduğu pan-orta Asya imparatorluğu olacak.

Kurumsal bir kaldıraç

Çin'in başlattığı ve yönettiği Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO), Çin'in ABD liderliğindeki düzene paralel bir uluslararası düzen inşa etme çabalarında kilit bir unsur oluşturuyor. Başlangıçta 2001 yılında Rusya ve dört Orta Asya devleti ile kurulan bu kuruluş, Orta Asya'da artan ABD etkisini kontrol etmeyi amaçlıyordu. Çin için bu görev, ABD ve NATO'nun 2003'te Afganistan'ı işgalinden sonra daha acil hale geldi.

Şimdi sekiz devleti kapsayacak şekilde büyüdü. Bu sekiz ülke, Çin, Hindistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Pakistan, Tacikistan ve Özbekistan’dan oluşuyor. Afganistan, Beyaz Rusya, İran ve Moğolistan’dan oluşan dört 'gözlemci' ülke tam üyelik istiyor. İran tam üye olma sürecini başlattı. Mısır, Katar ve Suudi Arabistan gözlemci devlet olmak için başvuruda bulundu.

Açıkça kritik bir mesaj göndermeyi amaçlayan tarihsel bir ironiyle, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Pekin merkezi şimdi eski Japon Büyükelçiliği'nin olduğu yerde. SCO'nun üye devlet bayrakları, ABD Büyükelçisinin resmi konutunun hemen köşesinde, ABD'yi ziyaret eden Dışişleri Bakanları ve diğer üst düzey ABD yetkilileri tarafından tercih edilen St Regis otelinin yanında yükseliyor.

SCO'nun ilk günlerinde temel gerekçesi, İslami köktenciliğe karşı Orta Asya güvenliğiydi. Bu büyük önem taşıyor. Ancak zamanla misyonu, Orta Asya genelinde büyük çaplı ortak askeri tatbikatları, afet yardım işbirliğini ve enerji güvenliği gibi bölgesel konularda koordinasyonu içerecek şekilde daha geniş bir alana yayıldı. Örgütün özünde birleştirici teması, ABD liderliğindeki demokrasi ve liberalizm temelli Batı siyasi düzenine karşı durması.

Hindistan, içerisinde ABD, Japonya ve Avustralya’nın bulunduğu QUAD ile olan ilişkisine ve Himalayalar'da Çin ile olan sınır çatışmalarına rağmen kısa süre önce örgüte katıldı. Üyeliği, Avustralya'nın Çin'i kendi çıkarları doğrultusunda Hindistan’la dengelemeye çalışma umutlarının aslında naif bir hüsnükuruntu olduğunu akıllara getiriyor.

Hindistan'ın SCO ve Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) gibi Çin tarafından başlatılan ve yönetilen kuruluşlara aktif katılımı […] ve Hindistan'ın Ukrayna konusunda Çin'le uyumlu pozisyonu, […] ayrışmadaki ideolojik doğayı daha da vurguluyor. 

Batı düzenine bir alternatif

Pekin 20 yıldır istikrarlı ve bilinçli bir şekilde, ekonomik erişimine kurumsal bir öz kazandırmak üzere çok taraflı bir mimari inşa ediyor. Batı'nın ve özellikle Avustralya'nın buna tepkisi, görmezden gelmek ya da AIIB ve Kuşak-Yol Girişimi (BRI) örneğinde olduğu gibi, ağırlık noktasını ABD'nin oluşturduğu muhalefete yine onun teşvikiyle eklemlenmeye çalışmaktan ibaret. 

Çin, küresel düzlemde uzun süredir kurum inşa edici bir girişimcilik sergiledi. Aynı zamanda BRICS oluşumunu başlattı. Yeni Kalkınma Bankası'nı ve tabii ki Xi'nin imza projesi olan ve ABD'nin müttefiklerinin zihnini sıkıca kapattığı Kuşak ve Yol Girişimi'ni geliştirdi. Bu bakımdan, Çin'in devlet idaresi büyük bir yetenek sergiledi.

Tüm bu faaliyetlerin amacı, ABD egemenliğindeki küresel düzene alternatifler yaratmak. Çin ekonomisinin ağırlığı, büyüklüğü ve dünyanın her köşesine yayılması dikkate alındığında, uluslararası düzenin artık en iyi ihtimalle iki “sınırlı düzen”den oluştuğu düşünülebilir.

Dış politikada realist geleneğin öncülerinden John Mearsheimer, küresel düzlemde son dönemdeki dönüşümü ifade etmek üzere “sınırlı düzen” kavramını ortaya attı. Sınırlı düzen kavramı, baskın bir gücün ekonomik düzlemde derin karşılıklı bağımlılıklar ve ortak kaygı ve hedefleri yansıtan yeni kurumsal oluşumlar sayesinde birçok devlet üzerinde etki uygulamasını ifade ediyor.

Çin şu anda tüm Orta Asya'da ve muhtemelen Avrasya'da baskın bir güce dönüşüyor. ABD, Kanada ve Avustralya'nın 5G ağından yasaklanan Huawei, Pekin'den Varşova'ya Avrasya'nın dijital omurgasını oluşturuyor. Çin, bölgenin geniş enerji ve doğal kaynakları için en büyük pazar haline geliyor. Aynı zamanda Kuşak-Yol kapsamında, Avrasya'nın çok ihtiyaç duyduğu altyapıya yönelik en büyük yabancı yatırım kaynağı. Pekin, tüm bu devletler için önde gelen ticaret ortağı.

Putin, Semerkant'a Ukrayna işgaliyle çok zayıflamış olarak geldi. Bu yıl şubat ayından önce çok az kişinin tahmin edebileceği düzeyde Batı'yı kendisine karşı birleştirdi. Artık ulaşılmaz görünen hedefler için kan ve hazine harcıyor. Kuvvetlerinin bir kısmının Ukrayna'dan geri çekildiğine dair haberler onu daha da zayıflatacak.

Çin, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle en önemli hedeflerinden birinde güçlendi. Çin'in uzun vadeli stratejik hedefi, Orta Asya'da rakipsiz bir hakimiyet kurmak. Ancak o zaman karayla çevrili uzun sınırları boyunca kendini güvende hissedecek. Rusya bunu hemen kabul etmeyecek, ancak uzayan savaşa bakılırsa Putin buna itiraz edecek durumda değil.

Gelinen noktada bu büyük Avrasya güçleri arasındaki karşılıklı şüphe sürüyor. Semerkant'taki tartışmalar, bu “stratejik fili” odada kabul etmekten kibarca kaçınacak. Timur döneminin muazzam güzelliği ve başarılarıyla çevrili olan her iki lider de tarihteki yerlerini dikkatle değerlendirecek.


Bu yazı, Australian Financial Review’de 16 Eylül 2022 tarihinde “Putin’s quagmire strengthens Xi’s Eurasian masterplan” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.

GEOFF RABY

Avustralyalı ekonomist ve diplomat. 2007-2011 döneminde Avustralya'nın Çin Büyükelçisi olarak görev yaptı.

Shinzo Abe: Bir İmparatorluk Hayali ya da Her Şey Vatan İçin!

Abe’nin Japonya siyasetindeki öncelikli hedefi, ABD işgali tarafından getirilen ve Japonya siyasi sınıfının bir kısmı tarafından da benimsenen savaş sonrası düzenin temel kurumlarını dönüştürerek tarihî ve güçlü bir ulus vizyonu inşa etmekti.
OCAK 2007'DE, 52 yaşında, savaş sonrası dönemin en genç başbakanı olarak seçilmesinden sadece birkaç ay sonra, Shinzo Abe, yeni dönem parlamento (Japonya Ulusal Dieti) açılış oturumunda politik önceliklerini özetleyen bir konuşma yaptı.

Konuşma çoğunlukla sıradan bir öneriler listesiydi. Ancak bir satır özellikle Abe’nin siyasi karakteri hakkında açıklayıcıydı. Abe o konuşmasında “Benim görevim, önümüzdeki 50 ila 100 yıl boyunca şiddetli dalgalara dayanabilecek yeni bir ulus vizyonu çizmekten başka bir şey değil,” dedi.

Bu ifade, Abe'yi bir politikacı olarak neyin motive ettiğine dair önemli bir işaretti. O küçük düşüncelerle yetinen bir politikacı değildi. Ailesi, batı Japonya'daki Yamaguchi Eyaletinden geliyordu. Bölge, Meiji Restorasyonu'nun (1867'de imparatorun göstermelik bir lider olarak dönüşü ve reformist unsurların modern Japon devletini inşasının) önde gelen mimarlarına ev sahipliği yapmıştı. Abe bu liderlere hayrandı.

Meiji Japonya'sının mimarları sadece kendi iyilikleri için bir modern devlet inşa etmediler. Aynı zamanda Asya'yı bölmeye çalışan Avrupa ve Amerika imparatorluklarına karşı koyabilecek, onlarla rekabet edebilecek bir devlet inşa etme hedefindeydiler. “Azgın dalgalara dayanacak” bir ulus inşa etme ifadesinin de gösterdiği gibi Abe, bu temel duyarlılığı paylaşıyordu.

Abe, 1993 yılında genç bir milletvekili olarak Japonya Temsilciler Meclisi'ne gelişinden itibaren tartışmalı hedefler peşinde koştu. Her şeyden önce, ABD işgali tarafından getirilen ve Japonya'nın siyasi sınıfının bir kısmı tarafından da benimsenen savaş sonrası düzenin temel kurumlarını dönüştürmek istedi. Eğitim sistemi ve 1947 Anayasası (-ki büyük ölçüde ABD işgal güçleri tarafından yazılmıştı) Abe’nin dönüştürmek istediği kurumların başında geliyordu. Zira Abe, bu kurumların Japonya'yı dünyanın büyük güçleri arasında hak ettiği yeri geri almaktan alıkoyduğuna ve Amerika Birleşik Devletleri karşısında “tabi bağımsızlığa” sevk ettiğine inanıyordu.

Abe bu zihniyeti, anne tarafından dedesi Nobusuke Kishi’den miras aldı. Dedesi, savaş dönemi hükümetinde görev yapan, sonrasında bir süre savaş suçlusu olarak hapse atılan ve ardından Japonya’nın “Özgür Dünya”nın bir üyesi olarak tam bağımsızlığını geri kazanması için 1950’lerde siyasete geri dönen bir isimdi. Soğuk Savaş'ın bitişinin Japonya dış politikasını sarsmasıyla birlikte, Abe ve diğer muhafazakarlar bu vizyonu sürdürmek için yeni fırsatlar aradılar. Anayasayı gözden geçirmek, Japonya ordusunu güçlendirmek, eğitim sisteminde reform yapmak ve genç Japonlara Japonya tarihinin, özellikle de II. Dünya Savaşı sonrasının (ezikliği yansıtan, alttan almaya dönük) “mazoşist” bir versiyonunu öğrettiğine inandıkları solcu öğretmenler birliğinin gücünü kırmayı hedeflediler.

Bu gündem, Abe ve müttefiklerini siyasi sınıfın birçok üyesiyle karşı karşıya getirdi. Savaş sonrası anayasasını şiddetle savunan Japon solu, Abe'den nefret etti, onu ve Yeni Sağ'ı militarist olarak gördü. Diğer yandan Abe’nin fikirleri, kendi partisi Liberal Demokrat Parti (LDP)’deki bazı eski kuşakları da yabancılaştırdı. Zira bu isimler, birçoğu savaşı görmüş ve ayrıca savaş sonrasının başbakanı Shigeru Yoshida'nın ABD ile sıkı bir şekilde mutabık kaldığı hafif silahlı, pasifist bir Japonya vizyonuna bağlı olan isimlerdi. Abe, Japonya’nın “sivil” bir ekonomik süper güç olma rolüne odaklandı.

Abe'nin planları zaman zaman ABD ile olduğu kadar Japonya'nın komşularıyla da gerilimin artmasına neden oldu. Zira Abe ve Yeni Sağ'ın “mazoşist tarih” anlayışını bir kenara bırakma kararlılığı, esas itibariyle Asya halklarına veya Amerikan savaş esirlerine uygulanan tarihi şiddeti hafife almak veya inkar etmek anlamına geliyordu. 

Abe bir milliyetçiydi; ülkesini uluslararası arenada şiddetli bir rekabet içinde görüyor ve bir politikacının görevinin her şeyden önce halkının güvenliğini ve refahını sağlamak olduğuna inanıyordu. Ama aynı zamanda bir devletçiydi, çünkü bu görevi yerine getirmenin nihayetinde devletin ve liderlerinin sorumluluğunda olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden Abe'nin bir ideolog mu yoksa bir realist mi olduğu tartışmaları asıl noktayı kaçırıyor. Kariyeri boyunca, tehlikeli bir dünyada Japon halkını koruma çabasıyla ve Japon devletini güçlendirme düşüncene uygun olarak davrandı.

Abe’nin ideolojik görünebilecek kararları (örneğin, Abe ve diğer muhafazakar politikacıların Japonya'nın vatansever eğitim anlayışını okullara yayma ve savaş zamanı vahşetlerini ele alan “mazoşist” tarih yazımına dayalı ders kitaplarını değiştirme çabaları) esas olarak devleti güçlendirmeye yönelik adımlardı. Eleştirmenleri, değişikliklerin Japonya'nın barışçıl varlığını korumaya yardımcı olduğuna inandıkları ders kitaplarının ana felsefesini baltalayacağından endişe duyuyorlardı. Ancak Abe, güçlü bir devletin, ülkesiyle gurur duyan ve gerekirse silaha sarılarak da olsa onun için fedakarlık yapmaya hazır vatandaşlar yetiştirmesi gerektirdiğine inanıyordu.

Onun devletçiliğini diğer alanlarda görmek daha kolaydı. İlk başbakanlığı sırasında “savaş sonrası rejimden kaçmak” sloganını kullandı ve ikinci başbakanlığında aynı vizyonunu karakterize etmeye devam etti: ABD'nin Japonya'yı işgali sırasında ve sonrasında oluşturulan savaş sonrası kurumları kökünden sökmek için bilinçli bir çaba. Abe bu kurumların, özellikle de savaş sonrası Anayasa’sının ülkenin kendini savunma kabiliyetini kısıtladığına inanıyordu.

İkinci Başbakanlık döneminde hükümete, Anayasa’nın 9. Maddesinin, Japonya silahlı kuvvetlerine belirli durumlarda bir müttefikin yardıma gelmesini sağlayacak ve böylece ülkenin geniş bir meşru müdafaa hakkı kullanmasına izin verecek şekilde yorumlamasını emretti. Daha sonra, 9. madde de dahil olmak üzere 1947 Anayasa'sında değişiklik teklifinde bulundu ve bu değişikliği 2020 yılına kadar onaylayacağını taahhüt etti. Ancak bu çaba, başarısız oldu.

Abe, geçmişinden pişmanlık duyan bir ülke yerine, ABD ve diğer benzer ülkelerde var olan ulusal güvenlik kurumlarına sahip bir ülke oluşumu için güçlü ve yukarıdan aşağıya bir yönetim inşa etmeyi hedefledi. Kuzey Kore nükleer bir cephanelik geliştirdikçe ve Çin ordusu ekonomik gücüyle birlikte büyüdükçe bu proje daha da acil hale geldi. Pekin ile istikrarlı siyasi, ekonomik bağlar geliştirmekten çekinmese de Çin'in Japonya'nın ulusal güvenliğine karşı oluşturabileceği tehlikeleri asla gözden kaçırmadı.

Abe'nin Abenomics olarak bilinen programı benimsemesi de benzer şekilde onun devletçiliğini yansıtıyordu. Abenomics, parasal teşvik, mali teşvik ve sanayi politikalarından oluşan üç aşamalı bir ekonomi programıydı. Programın temel amacı, yeni yüksek teknolojili büyüme sektörlerini ve sürdürülebilir işgücünü teşvik etmekti. Abe, diğer uluslarla rekabet edebilmek için Japonya'nın uzun vadeli ekonomik durgunluğuna son vermesi gerektiğini geç de olsa fark etmişti.

Daha güçlü bir Japon devleti vizyonu çok fazla popüler değildi. Devleti, özellikle de ulusal güvenlik teşkilatını güçlendirmeye yönelik değişiklik hevesi, çoğu zaman büyük protestolara yol açtı. Yaşlı kuşak Japonlar, savaş durumunu çok iyi hatırlıyorlardı ve Japonya'nın askeri gücünü yeniden inşa etmekten rahatsızlık duyuyorlardı. Genç Japonlar ise zaman zaman onun politik adımlarına karşı çıkmak için harekete geçtiler.

Ancak tam da Abe’nin ölümü sırasında, Japon halkının, onun vizyonuna yaklaştığına dair emareler var. Kısmen Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı sayesinde, Japonya’da güçlü bir çoğunluk, daha yüksek askeri harcamaları destekliyor gibi.

Kendisini liberal bir güvercin olarak ilan eden Başbakan Fumio Kishida bile bugünlerde, Japonya'nın Öz Savunma Güçlerinin kapasitesini artırmak için daha yüksek askeri harcamaları desteğini açıklıyor. Bu açıklama, Abe’nin 30 yıllık siyasi kariyerinde partisi LDP’nin onun vizyonunu paylaşamaya ne kadar çok yaklaştığının bir göstergesi aslında.

Abe, zaman zaman yalnız başına bir mücadele yürüttükten sonra, tam da Japon halkı onun tehlikeli bir dünyada ulusu savunabilecek güçlü bir devlet vizyonunu takdir etmeye başladığı sırada öldü.


Bu analiz, Tobias Harris’in 9 Temmuz 2022 tarihinde  New York Times’da “The Postwar Japan That Shinzo Abe Built” başlığıyla ve yine aynı tarihte, Washington Post’ta “Shinzo Abe was the most polarizing Japanese political figure of his time” başlığıyla yayınlanan yazılarının kısaltılmış çevirisidir. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.

TOBIAS HARRIS

Center for American Progress'te Asya uzmanı olan Tobias Harris, The Iconoclast: Shinzo Abe and the New Japan kitabının yazarıdır.

Modi ve Hindu Milliyetçiliğinin Yükselişi

Başbakan Modi'nin “Hindistan'ı kaderiyle buluşturma” vizyonu çok sarsıcı: Görkemli bir Hindu medeniyeti, yabancı istilalar, giderek daha fazlasını talep eden azınlıklar ve bunlara ders vermeye hazır güçlü bir lider.
MAHATMA GANDİ'NİN Gucerat/Ahmedabad'da bulunan nehir kenarındaki ünlü inziva yerinde, onun çoğunlukçuluğa karşı duruşunu anlatan bir poster var: “‘En büyük sayı için en büyük iyi’ doktrinine inanmıyorum. Bu, tüm çıplaklığıyla, yüzde elli birin sözde iyiliğine ulaşmak için yüzde kırk dokuzun çıkarının feda edilebileceği, daha doğrusu edilmesi gerektiği anlamına geliyor. Bu acımasız doktrin insanlığa büyük zararlar verdi.” 

Bu alıntı, tarihçi Aishwary Kumar'ın ifadesiyle, Gandi'nin “ahlaki ve sosyal ilişkilerde koşulsuz bir eşitlik olmadan siyasi yaşamın düşünülemeyeceği” inancını yansıtıyor. Hindistan'ın dini eşitliğe olan bağlılığı bağımsızlık sonrası dönemde jeopolitik bir önem kazanmıştı. Zira Pakistan, Hint milliyetçiliğinin “farklı” bir versiyonunu teşkil ediyordu ve Hindistan’ın dini eşitliği, bölünme sonrasında Pakistan'a gitmek yerine “laik” Hindistan'da kalmayı tercih eden Müslümanların doğru karar verdiklerini göstermek açısından önemliydi. Ancak ülkede Kongre'nin benimsediği sömürgecilik karşıtlığına dayalı, laik milliyetçilik anlayışı her zaman meydan okumalarla karşılaştı. Pakistan'ı yaratan Müslüman ayrılıkçılığı Keşmir'de gelişmeye devam edecekti. Diğer tarafta Hindu milliyetçiliği vardı. Vaktiyle Hindistan'ın en büyük evladı Gandi’ye sahip çıkan Gucerat eyaleti, Narendra Modi'yi de yetiştirecekti.

Gandi'nin Ahmedabad'ı, 1920'lerde, şiddet ve ayrımcılık karşıtı siyasi ilkelerin manevi merkeziydi. Seksen yıl sonra Ahmedabad, Hindistan'ın en kanlı toplumsal katliamlarından birinin yaşandığı yer olacaktı. Bugünse şehir, Başbakan Modi'nin iktidarındaki “yeni normal”de, Hindistan'ın kuruluş vizyonuna tamamen zıt bir şekilde fiziksel, kurumsal ve kültürel duvarlarla bölündü. Müslümanlar, belediye hizmetlerinden mahrum bırakılan Juhapura banliyösünde tecrit edilmiş durumda. 2002 katliamına tanıklık eden ve modern Ahmedabad hakkında bir kitap yazan Amerikalı insan hakları çalışanı Zahir Janmohamad: "Ahmedabad'daki Müslümanların Hindu bölgesinde bir ev için konut kredisi almaları neredeyse imkânsız, bunun yanında Ahmedabad şehir yönetimi, Juhapura'nın büyük bir kısmını tarım bölgesi olarak belirlemiş durumda. Dolayısıyla Müslümanlar sadece şehrin sınırları dışına değil, aynı zamanda yasadışılığa da itiliyorlar," diyor.

Modi, Hindu Milliyetçiliği ve “Hindutva” 

Modi'nin Bharatiya Janata Partisi (BJP) 1980 yılında kuruldu. Ancak Hindistan'ın diğer milliyetçi hareketleri gibi kökleri 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanıyor. BJP, genel olarak Sangh Parivar (Hintçe'de "Kuruluşlar Ailesi") olarak adlandırılan büyük bir grup ağının siyasi kanadı konumunda. Hareketin ana itici gücü, 1925 yılında kurulan ve tamamı erkeklerden oluşan Hindu şovenist bir örgüt olan Ulusal Gönüllüler Organizasyonu (RSS). Örgütün iki farklı yüzü var: Görünürdeki iyi yüzüyle RSS, sosyal hizmete adanmış gönüllülerden oluşan disiplinli bir güç ve genellikle doğal afetlerde ilk yardıma koşan bir organizasyon. Ancak arka planda RSS militanları, aşırı hoşgörüsüzlüğün ön saflarında yer alıyor. Bu haliyle örgüt, azınlıklara yönelik şiddete öncülük ediyor, zorla din değiştirmeleri organize ediyor, yazar ve sanatçılara saldırılar düzenliyor.

RSS ve ona bağlı Sangh Parivar, Hindistan'ın çoğunluk dini olan Hinduizmin statüsüne yönelik tehdit algısıyla hareket ediyor. Ve tarih boyunca diğer faşist grupların yaptığı gibi Hindu Sağı da en iyi savunmanın saldırı olduğuna inanıyor.  Hindu Sağı, iktidar verildiği takdirde Hindistan'ı yeni bir ihtişam çağına sürükleyecek güçlü bir Hinduizm öngörürken, daha liberal görüşlere sahip Hindular da dahil olmak üzere yollarına çıkan muhalefete tahammülleri bulunmuyor. Şiddet, Dünya Hindu Konseyi (VHP) üyeleri ve sağcı Sangh Parivar içindeki diğer aşırı gruplar tarafından uygulanıyor veya kışkırtılıyor.

Sangh Parivar'nın ideolojisini, Hinduizm'den ayırt etmek için Hindutva ("Hinduluk") tabiri kullanılmakta. Hareket, teokratik bir devlet ya da Hinduizm'in devlet dini olarak açıkça benimsendiği bir rejim talebinde bulunmuyor. Hindutva, dini bir kategori olmaktan ziyade ulusal-kültürel bir kategori ve Hindistan fikriyle eşanlamlı olarak görülüyor. Sangh Parivar'a göre Müslümanlar da dahil olmak üzere diğer inançlara sahip Hintliler, Hindutva'yı kabul etme noktasında bir beis görmemeliler, zira eğer bunu kabul etmezlerse vatana ihanet etmiş sayılırlar. Sangh Parivar'ın temel hoşnutsuzluğu, Hindistan'ın Kongre tarafından inşa edilen laikliğinin Müslümanlara ve diğer azınlıklara karşı fazla uzlaşmacı olması. Önemli sembolik sorunlardan biri ise diğer Hintliler tek tip bir medeni kanuna tabiyken, devletin evlilik ve miras konularında Müslümanların özel hukukunu tanıması. Sangh Parivar, esas olarak azınlık haklarını korumaya yönelik politikaları ortadan kaldırmaya çalışırken, görünürde toplumsal bir eşitlik arayışında olduğunu iddia ediyor. Ancak hareket, afet yardımı dağıtımında bile dini ayrımcılığın yanı sıra fiziksel şiddetle desteklenen aşırı hoşgörüsüzlük konusunda ağır bir sicile sahip.

Üç Yapısal Açmaz ve Modi’nin Başarısı

Adına rağmen Hint gazeteciliğinde seküler demokratik değerlerin en güçlü savunucularından biri olan ulusal gazete Hindu'nun siyasi editörü Varghese K. George, Sangh Parivar hareketi hakkında en azından tarihsel olarak onun seçim umutlarını sınırlayan üç yapısal zayıflığa işaret ediyor. Bunlardan ilki, dinsel olana odaklanan Hindu gelenekçiler ile daha yüksek yaşam standartları için sabırsızlanan orta sınıf arasındaki gerilim. İkincisi, Hindu toplumu içerisinde BJP seçkinlerinin alt gruplara etkileşimini sınırlandıran kast sistemi. Üçüncüsü, BJP'nin seçim pragmatizmi ile RSS’nin kültürel dogmatizmi arasındaki huzursuz güç dengesi.
 
George, Narendra Modi'nin her üç ikileme ve probleme de cevap veren bir siyasi kişilik olarak ortaya çıktığını öne sürüyor. George’a göre Modi ilk olarak, geleneksel ve modern arasında bir köprü kurdu. 2002 yılındaki Gucerat katliamının ardından, eyalet başbakanı olarak Modi, inançlı insanların yılmaz savunucusu olduğunu öne sürdü. Sonraki on yılını, bir yorumcunun deyimiyle "fanatik Hindutva ve reform yanlısı zeka”dan oluşan “ikisi bir arada paketinin" ikinci kısmını geliştirerek geçirdi. Modi, örneğin ineklerin kesilmesine karşı çıkarak büyük ölçüde sembolik dini davaları savunurken, agresif bir şekilde ekonomik büyümeyi sürdürdü. George'un deyimiyle Hindutva 2.0, geçmişten esas olarak neoliberalizmi kucaklamasıyla ayrılıyordu. Modi yönetimindeki Gucerat, yeniden dağıtım politikalarına direnerek, ekonomik büyümeyi benimsemişti. George: "Modi'nin birkaç yıldır kamuoyuna yaptığı açıklamalara bakılırsa Hindutva 2.0, din ve milliyetçiliği ekonomik ilerlemeyle birleştiren neoliberalizmin farklı bir versiyonu" diyor.

İkinci sorun olan kast sistemi, BJP'nin Hindistan'ın yoksul eyaletlerinde iktidara ulaşmasının önündeki en büyük engeldi. Geleneksel olarak dışlanmış ya da dokunulmaz olarak görülen Dalitler gibi geri kalmış kastlar, ulusal Bahujan Samaj Partisi ve Uttar Pradeş'teki sol eğilimli Samajwadi Partisi gibi eyalet düzeyindeki örgütler tarafından daha iyi temsil edildiklerini düşünüyorlardı. Modi, onları etkilemek için kendi yoksul ve geri kalmış kast kökenlerini öne çıkararak cazibesini önemli ölçüde arttırdı. Ancak kast ayrımlarını aşan bir Hindu birliğini teşvik etmek için Modi'nin ortak bir düşman yaratması da gerekiyordu. Pakistan’la ve küresel terörizmle ilişkilendirilen Müslümanlar bu amaca kolayca hizmet edebilecek hedeflerdi. Modi'nin selefleri Ayodhya'daki Babri Camii’ni yıktıklarında bunu fark etmişlerdi. Yüksek Mahkeme, yıkılan caminin yerine yeniden cami inşa edilmesini yasakladı. Böylece orası Müslümanlara karşı korku ve nefreti körükleyen güçlü bir adaletsizlik sembolü haline geldi.

Üçüncü sorun etrafında, Modi RSS-BJP arasındaki gerilimi de aşmayı başardı. Sekiz yaşından beri RSS'nin bir üyesi olan Modi'nin soyağacı tartışılmazdı. BJP'nin ilk başbakanı Atal Behari Vajpayee, RSS'nin aşırılıkçı eğilimlerinin önüne geçmeye çalışmıştı. Gucerat'taki 2002 katliamını sindiremeyerek eyalet başbakanı olan Modi'yi görevden almaya bile uğraşmıştı. Ancak o zamana kadar Modi, Gucerat'ta zaten dokunulmaz hale gelmişti. Modi, 2013-14 yıllarında BJP içindeki rakiplerini tasfiye ederek bir kenara itti. Sangh Parivar'ın iktidara dönmek için en büyük umudu olarak ortaya çıktı. Gazeteci Dinesh Narayan: “RSS, Pragmatik bir ekonomi felsefesini benimsemiş görünen, aynı zamanda erkeksi bir Hindu gururu yansıtan, Movado saat, Bulgari gözlük ve Montblanc kalemler kullanan Gucerat başbakanının kişiliğinde kendi değerleri ile çağdaş siyasi yaşamın zorunlulukları arasındaki gerilimleri çözmenin ya da en azından dağıtmanın bir yolunu bulmuş olabilir,” diyor.

İktidara Giden Yol

BJP'nin 1998'de Delhi'ye, iktidara, giden yolu Babri Camii'nin parçalanmış taşlarıyla döşenmişse, 2014'teki çarpıcı dönüşü de Ahmedabad'ın kana bulanmış sokaklarından ve büyük şirketlerin destekleyici yönetim kurulu odalarından geçmiştir. Modi'nin Gucerat'ın başbakanı olmasından sonraki 150 gün içinde, aşırılık yanlısı Hindular, Müslümanları katlediyordu. Hinduları ve diğer inanç temelli grupları içeren bir sivil toplum örgütleri ağı olan Soykırıma Karşı Kampanya (Campaign Against Genocide) tarafından isyanlarla ilgili olarak yapılan bir soruşturma, eyalet hükümetini "en üst düzeyde suç ortağı ve suçlu" buldu. Modi 2002 katliamı ile olan ilişkisini hiçbir zaman unutturamadı. Bunu yapmaya çalışmadı da. Kemik seçmen kitlesinin önemli bir kısmı için Gucerat katliamı, nihayetinde tehlikeli bir azınlık olan Müslümanlara karşı vadesi çoktan geçmiş bir ders verme anlamına geliyordu. Hindu nüfusu içindeki ılımlılar dehşete kapılmıştı. Ancak dünyanın pek çok yerindeki siyasetçilerin de bildiği gibi ılımlılar bir seçim kampanyası için istenen “en etkili orduyu” oluşturmazlar. 1980'de BJP'yi kuran birlikler Modi'nin coşkularına en çok ihtiyaç duyduğu RSS üyeleriydi. Modi ancak onların desteğiyle BJP içinde üstünlük kazanabildi. Açık ara önde gittiği ortaya çıktıktan sonra bile (sağduyu kendisini daha ılımlı ve kapsayıcı bir başbakan adayı olarak konumlandırmasını önerebilecekken), Modi'nin kampanyası “Hindu bir güçlü lider” imajıyla şekillendi. 

Yeni Başbakan

İktidarın gerçekleriyle yüzleştiklerinde, aşırılık yanlısı bir çizgide kampanya yürüten adaylar genellikle ılımlı bir yönetim anlayışına yönelirler. Ancak Modi'nin Delhi'ye gelişinden iki yıl sonra Hindutva'nın nefret söyleminde ılımlılığa dair çok az işaret var. Modi, seçim kampanyasında verdikleri desteğin mükafatı olarak eğitim ve kültür alanlarını fanatik RSS'ye teslim etti. Tarihçi Ramachandra Guha, hareketin başbakan üzerindeki gücünü giderek artırdığını söylüyor. Adityanath gibi politikacılar Modi'nin uluslararası itibarını zedelese de din temelli milliyetçi platformlar kendisini seçtirdiği için onları dizginlemesi zor görünüyor. Varghese K. George, "Bu uzaktan kumandayla istediğiniz gibi açıp kapatabileceğiniz bir şey değil," diyor.

Modi'nin diğer kilit platformu olan ''Ekonomik Canlanma'' ise sallantıda görünüyor. İktidara geldikten sonra görkemli seçim vaatlerinin pek azını hayata geçiren BJP, sonraki ilk büyük seçim sınavında başarısız oldu: 2015'te Delhi ve Bihar'daki seçimlerde ağır bir yenilgi aldı. Sağlam ekonomik sonuçların yokluğunda, kimlik siyaseti destek kazanmanın en ucuz yolu olmaya devam edebilir. Buna rağmen Başbakan ilk döneminin ortalarında dahi azınlıkların statülerinin güvende olduğuna dair garanti vermek için herhangi bir girişimde bulunmadı.

Hindutva gündeminin önündeki en büyük engel ülkenin tam anlamıyla kontrol edilememesi olabilir. Hintli liderlerin niyetlerinin önünü kesen aynı engel, Modi'nin Hindu milliyetçiliğine de aynısını yapabilir. Hindistan'ın federal sisteminden gem vurulamaz tartışmacı geleneğine kadar her şey bütüncül bir Hindistan rüyasının altını oyuyor. Anayasa hukukçusu Bhairav Acharya, mahkemeler ve yarı-yargısal komisyonların Modi yönetimine ek yapısal teminatlar sağladığını söylüyor. Buna ek olarak, başta ulusal güvenlik olmak üzere devletin diğer zorunlulukları da devreye girebilir. Yaşlı bir rahibenin acımasızca tecavüze uğraması da dahil olmak üzere Hıristiyanlara yönelik geniş çaplı saldırıların ardından, eski donanma şefi Sushil Kumar, çarpıcı bir müdahalede bulundu: Hindistan, laik toplumsal yapısını ve çok ırklı silahlı kuvvetlerini tehlikeye atacak kadar bozulmayı göze alamaz. "Silahlı kuvvetler Hindistan'da her zaman toplumumuzun en güçlü direği olarak görülmüştür ve bunun nedeni de basitçe laik bir silahlı kuvvet olmamızdır. Şimdi, böyle bir virüsün silahlı kuvvetlerin içine sızmasına izin vermek çok tehlikeli bir şey." dedi. 

Başbakan'ın söylemlerinin çoğu ekonomi ve dış ilişkilere odaklanıyor. Aynı zamanda Modi, Hindu Sağı’ndaki kemik seçmen kitlesini Hindutva rüyasının hala hayatta olduğu konusunda cesaretlendirecek şeyler söylemeye ve yapmaya devam ediyor. Modi’nin ayrımcı söylemi ülkenin ekonomisi için dikkat çekici. Fazla bir şey söylenmesine gerek yok. On yıllardır süren Hindutva nefret propagandası, devam etmekte olan Hindistan tarihini yeniden yazma kampanyası ve Muzaffarnagar ve Gucerat katliamları sayesinde Modi'nin hayran kitlesi, liderlerinin bıraktığı boşlukları zihinsel bilgi kartlarıyla kolayca doldurabilir. Modi, başbakan olarak yaptığı ilk parlamento konuşmalarından birinde, "1200 yıllık köle zihniyetinden" kurtulma ihtiyacından söz etmişti. Bu konuşma üzerine, dinleyiciler daha fazla ayrıntıya gerek duymadı. 12 asırlık tarihi yok saymanın sadece İngiliz sömürgeciliğini değil, Hindistan'ın Müslüman mirasını da aşmak anlamına geldiğini biliyorlardı. İşte Modi'nin “Hindistan'ı kaderiyle buluşturma” vizyonu: Görkemli bir Hindu medeniyeti, yabancı istilalar, giderek daha fazlasını talep eden azınlıklar ve bu istilacılara ders vermeye hazır güçlü bir lider.


Bu yazı The MIT Press'te "The Rise of Hindu Nationalism" başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.

Pakistan’da "Müesses Nizam" ve İmran Han Suikastı



İmran Han, Pakistan siyasetinde “ordunun siyaset üzerindeki hakimiyeti hakkında sessiz kalma” kuralına ve bu kurala dayalı yerleşik siyaset düzenine meydan okuyor.
PAKİSTAN ESKİ BAŞBAKANI İmran Han, perşembe günü bir protesto yürüyüşü sırasında kimliği belirsiz bir saldırgan tarafından bacağından vuruldu. Han destekçilerinin suikast girişimi olarak adlandırdıkları saldırı, Pakistan siyaseti için karanlık ve tehlikeli bir güne işaret ediyor. Han, Nisan ayında kendisi ve destekçilerinin gayri meşru olduğunu öne sürdükleri bir siyasi süreçle görevden alındı. Geçen ay ise yabancı devlet adamlarından aldığı pahalı hediyeleri (bir Rolex saat de dahil olmak üzere) beyan etmediği gerekçesiyle Pakistan Yüksek Seçim Komisyonu tarafından siyasi yasak getirildi. Han'ın avukatları, kararın siyasi amaçlı olduğunu öne sürdü.

Han bir zamanlar, ülkede mutlak bir güce sahip olan ordunun desteğini arkasına almıştı. Ama şimdi görevden alındı. Son aylardaysa ülkeyi doğrudan yöneten ve sivil yönetim zamanlarında bile güçlü bir otorite sergileyen ordunun önde gelen eleştirmenlerinden biri haline geldi. Han, bir zamanlar Pakistan'ı yöneten karmaşık askeri-politik yapının bilinen bir ismiydi. Son adımları onu farklı ve tahmin edilmesi güç biri haline getirdi. (Geçerken belirteyim, geçmişte Han'ın danışmanlığını yaptım. Ancak ilişkimiz 2013'te sona erdi.)

Han, askeri yönetime karşı kitlesel mitingler ve gösteriler düzenliyor. Konuşmalarının canlı yayınları o kadar popüler bir hal aldı ki sonunda hükümet bu konuşmaları inandırıcı olmayan gerekçelerle yasaklamaya başladı. Han'ı kimin vurduğu belli olmasa da destekçileri, saldırıyı görevden ayrılmasından bu yana ona karşı yürütülen uzun taciz kampanyasının son hamlesi olarak görüyor. Han, hükümeti komplonun arkasında olmakla suçladı.

Haklı olabilirler. Pakistan'daki herkes oyunun kurallarını bilir: En kritik olanı, ordunun siyaset üzerindeki hakimiyeti hakkında sessiz kalmak. Bu, Han'ın bir zamanlar izlediği ancak görevden alındığından beri sürekli olarak ihlal ettiği bir kural.

Han, oyunu oynarken kendini güçlendirmeye çabaladı. Görevdeyken, koşulların zorunluluğu nedeniyle ordunun adamıydı. Siyasete reformcu olarak girdi, ancak sistemle teması nedeniyle çizgisini kaybetti. Eski Başbakan Navaz Şerif görevden alındıktan sonra göreve geldi. Şerif’in halefi Şehid Hakan Abbasi ordunun hassasiyetlerini dikkat almamıştı. Han göreve geldiğinde askerin sınır çizgilerine uygun davrandı: Çin'in Pakistan'daki devasa Kuşak Yol Girişimi yatırımlarını destekledi ve Batı'ya karşı muhalif bir tutum sergiledi. Ordu, Çin lehine bir yaklaşım benimsedi ve Han da bu yaklaşıma uygun davrandı.

Ama şimdi, ne kadar geç olursa olsun, askere boyun eğen siyasetin acı gerçeğiyle mücadele ediyor. Han, Pakistan siyasetinde temel bir gerçeği yansıtıyor: Pakistan ordusunun siyasi ve ekonomik bir güç olduğu gerçeğini. Ülkede ordunun çimento ve tahıl fabrikaları var. Ordu, ülkedeki her büyük altyapı projesinde yer alıyor. Han'ın kendisi de dahil olmak üzere ülkede hiç kimse askerin desteği olmadan yüksek makamlara yükselemez; silahlı kuvvetlerin onayı olmadan iktidarı elinde tutamaz.

Ancak Han şimdi bu yerleşik duruma meydan okuyor. O kadar ki ordunun yeni müttefiki Şahbaz Şerif başbakan olsa da Han ve partisi, Pencap, Hayber Pakhtunkhwa ve Gilgit-Baltistan'ı kontrol ediyor. Dolayısıyla Başbakan Şahbaz Şerif ülkede İslamabad belediye başkanı olmanın çok ötesine geçemiyor. Sonuçta devletin kaynakları sınırlı. Diğer ülkelerde olduğu gibi, Pakistan'da da enflasyon fırlamış durumda ve son zamanlarda yaşanan yıkıcı sellerin etkisi, hükümete seçmenlere “rüşvet vermek” için herhangi bir mali alan bırakmadı.

75 yıl önce Hindistan'dan ayrılmasından bu yana ülkede tüm siyasi liderler, ordunun taktik desteğine ihtiyaç duyuyor. Siyasi aktörler bu desteğe bağlı olarak yükseliyor ve sıkça düşüyorlar. Ama bu durum artık değişiyor. Han'ın partisi, bölgesel olmanın ötesinde ulusal bir parti. Organik olarak da sivil-askeri yönetim koalisyonundan daha popüler.  Özellikle mitinglere katılım, sosyal medya ve canlı yayınlarda toparladığı geniş kalabalıklar dikkate alındığında. Han'ın popülaritesi, ordunun istediği bir isim iktidarda olsa bile orduyu tehdit edecek kadar büyük.

Ordu, Han'ın görevden alındıktan sonra ülke siyasetinde ordunun üstünlüğüne dayalı yerleşik kurallara uyacağını düşünüyordu. Ne de olsa, parlak bir kriket oyuncusu olarak, siyasete girmeden önce uluslararası üne sahip, zengin bir adamdı. Ordudaki bazı isimler, Han'ın iktidardan indirildikten sonra Pakistan'ı terk edeceğini ve küresel zenginler dünyasına geri döneceğini düşünmüş olabilir.

Ancak Han bunun yerine, ününü ve sosyal medyadaki varlığını Pakistan devletinin temellerine karşı kampanya yürütmek için kullandı. Bu temel, orduya sarsılmaz sadakat ve ordunun ülke üzerindeki tavizsiz siyasetine itaat kuralına dayanıyor.

Han, ülke genelinde yaptığı bir dizi sert konuşmada yeni seçimler için çağrıda bulundu. Bu konuşmalar açıkça iktidardakileri endişelendirdi. Pakistan’ın medya düzenleyici kurumu, 21 Ağustos'ta bu konuşmaların yayınlanmasını yasakladı. Ertesi hafta bir mahkeme bu kararı iptal etti.

Han, aynı zamanda polis memurlarını ve bir yargıcı tehdit ettiği için terör eylemiyle suçlanıyor. Han'ın kabinesinin eski üyesi olan Şahbaz Gill, 9 Ağustos'ta isyan suçlamasıyla tutuklandı. Han'ın Pakistan Tehreek-e-Insaf (PTI) partisi, Gill'in tutuklanmasının ardından İslamabad polisi tarafından işkence gördüğünü iddia etti.

Han, konuşmalarında parlamentoda gerçek bir demokrasi ve gerçek bir hükümet çağrısında bulunuyor. Seçim hilesinin olmadığı, özgür bir seçim talebinde bulunuyor. Pakistan siyasetinin merkezinde yer alan rüşvet uygulamasına karşı kampanya yürütüyor.

Ayrıca Han, ordunun televizyon ve radyo kadar kolay kontrol edemediği bir yayın mecrası olan sosyal medya ve oradaki canlı yayınları kullanarak yürüttüğü kampanyalarla düzeni korkutuyor. Generallerin anlamadığı araçları kullanıyor.

Pakistan bir gençlik ülkesi. Ülke nüfusunun kabaca yüzde 64'ü 30 yaşın altında. Han 70 yaşında olabilir, ancak etkili medya araçları vasıtasıyla gençlere hitap ediyor. Generaller onu susturmanın yollarını bulmakta zorlanıyor.

Pakistan ordusunun, diğer gelişmekte olan otoriter devletlerde olabileceği gibi, sokakları kapatan tankları yok. Ancak polis bu yıl Han'ın evinin etrafını kordona alarak onu izole etmeye çalıştı. Fakat yüzlerce Han destekçisi bunu önlemek için seferber oldu.

Siyasi şiddet küresel bir sorun. Pakistanlı gazeteci Erşad Şerif, geçen ay Kenya'da, başlangıçta bir yanlış kimlik vakası olduğu öne sürülen olayda öldürüldü. Birçok kişi bunun aslında bir siyasi suikast olduğunu iddia ediyor.

Han'a yapılan saldırı, Pakistan tarihindeki en popüler liderlerden birinin hayatına yönelik bir saldırı. Ve bu saldırı ülkede artan otoriterliğe işaret ediyor.

Gelinen noktada Pakistan siyasetinin geleceğiyle ilgili iki ihtimalden söz edilebilir: Ülkeyi onlarca yıl geriye götürecek daha açık bir askeri darbe ya da (son yerel ve ara seçim sonuçlarına bakıldığında) muhtemelen Han'ın kazanmasıyla sonuçlanacak özgür ve adil seçimler. Han'ın kampanya yapmakta özgür olduğu bir siyasi ortam, ordunun gücü için çok tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı.

Öte yandan Han'ın siyasi partisi, ülkedeki hanedan siyasetini de kırarak, belki de ordunun kontrol etmesi daha zor olacak yeni bir siyaset tarzının temelini attı. Pakistan siyasetine siyasi aileler veya birbirine sıkı sıkıya bağlı siyasi kabileler hakimdi. İçinde yaşadığımız yüzyılda birden fazla “Şerif” başbakan oldu ve çoğu siyasi lider hem ordunun hem de “makine siyaseti” modelinin desteğine sahip. Han uzun zamandır bu statükoya karşı mücadele etmek için her türlü riskİ göze aldığını iddia ediyordu. Bu korkunç iddia ve tahmin, kendisine yönelik suikast girişimiyle artık gerçeğe dönüşmüş oldu.

Ordunun bir sonraki elini nasıl oynayacağı, (ülke üzerindeki muazzam ekonomik ve sosyal etkisini korumak suretiyle) saygın bir kurum olarak kalıp kalmayacağını veya zorla kışlasına döndürülüp döndürülmeyeceğini belirleyecek.

Bu sadece Pakistan'ın iç meselesi değil. Pakistan, Batı'nın uzun zamandır süregelen bir müttefiki ve ortağı. Batı'nın şimdi vereceği tepki, Pakistan siyasi hayatının önümüzdeki on yılını tanımlamaya yardımcı olacak. Demokratik bir ortak (Han gibi genellikle ateşli Batı karşıtı bir dile sahip biri bile olsa) bir otokrasiden daha iyi bir seçimdir.

Pakistan televizyonunda ordunun müttefikleri, ülkeyi kurtarmak için ordunun müdahale etmesi gerektiğini söyleyerek olağanüstü hal davulunu çalmaya başladılar. Ancak halk artık onların sattıkları hikayeyi almayacak. Bunun için de Batı'ya, darbenin kabul edilemez olduğunu söylemek kalıyor

Bu yazı Foreign Policy’de 04 Kasım 2022 tarihinde “Pakistan’s Military Is Afraid of Imran Khan” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.

27 Aralık 2022 Salı

İLGİNÇ BİLGİLER


 BAŞARILI OLMAK MUTLU OLMAK MIDIR?

Bugün zihnimizin ve duygularımızın işleyişini, ortalıkta bulaşıcı hastalık gibi dolaşan ?ezber?lerimiz belirliyor. Zihnimizin ve duygularımızın işleyiş biçimi de hayat karşısındaki durumumuzu tayin ediyor: Mutlu, mutsuz, umutlu, çökmüş, kararsız, sıkıntılı olmak gibi.

Geçen günlerde duyduğum bir slogan bazı şeyleri yeniden düşünmeme vesile oldu: Mutlu olmak başarmak demektir. Tersinden söylenişini de duymuştum: Başarmak mutlu olmak demektir. Aslında bu sloganlar da diğer pek çok benzerleri gibi çağın ezberlerinden değil midir? Gerçekten başarı ve mutluluk arasında bu kadar doğrudan ve birebir bir ilişki kurulabilir mi? Bir defa daha en başta, başarılı olmak, mutlu olmak ne demektir, bunlar bir tanım kalıbında dondurulabilir mi?

Günümüzün hakim görüşü, Amerikanvari anlayışların gölgesinde mutluluğu özellikle başarı ve kariyer odaklı ele almayı yeğliyor. Başarı ve kariyere bağlı olarak da mutluluğun peşisıra geleceği ima ediliyor. Gülücükler fırlatan reklam kahramanı kadın Çocuk da yaparım kariyer de diyerek aslında çocuk değil de kariyerin vazgeçilmezliğini zihinlerde bir daha pekiştiriyor. Peki bunları söylerken insan fıtratının ana unsurlarından olan yaptığı herhangi bir işte sonuca ulaşma arzusunu, başarılı olma tutkusunu, işinde ilerleme isteğini reddetmeye mi çalışıyoruz? Asla; fıtratı red hayatı red demektir çünkü;

Başarı deyince akla hemencecik Belirli hedeflere ulaşmak için, yeteneklerimizi ve donanımlarımızı hazırlayarak adım adım ilerlemek vs gibi tanımlar geliyor. İşinde yükseliyorsan, şef iken müdür yardımcısı, daha sonra müdür, en sonunda da genel müdür olmuşsan müthiş başarılı sayılıyorsun. Kelime anlamı bir yerden bir yöne doğru koşmak, bayrak yarışı gibi anlamlara gelen ve çoğu kere bitimsiz bir koşuyu ifade eden kariyerinde ilerlemişsen mutluluğu garantilediğin varsayılıyor. Bu tek boyutlu tanım ve anlayışların karşısında mesela, eğer kendini çocuklarına ve eşine adamış, ailesi için yaşayan bir ev hanımı isen, para kazanmıyorsan, işe gitmiyorsan sana otomatik olarak başarısız, kariyer yapmamış sıradan, beceriksiz bir insan muamelesi pekala yapılabiliyor. O yüzden ev hanımı hanımefendiye Mesleğiniz nedir? diye sorulduğunda, hanımefendi bir suçlu psikolojisiyle ezilip büzülerek kısık sesle ev hanımıyım? diyebiliyor.

Başarı ve kariyer tek boyutlu olarak ele alınıyor. Piyasa koşullarına endeksli, ekonomik karşılığı olan, ölçülebilir değerlere dayanan, sonuca kilitlenip süreci ihmal eden, insanın metafizik ve sonsuzluk boyutunu inciten anlayış kalıpları (paradigmalar) düşünceleri ve duyguları kodluyor. İnsanın şimdi ve burada, kendisi olmak, içindeki potansiyeli açığa çıkarmak, yeteneklerini açığa çıkarmak, yani hayatın anlamını ve özünü emmek için yaşaması, kendini dünyadan çok ahirete hazırlamak, tarlasını sonsuzluk hasadı için çapalaması neden bir başarı ve kariyer olarak değerlendirilmiyor?

Bilindik anlamda başarılı olanların çok mutlu olduklarını da kim söylüyor? Tam tersine günümüzde pek çok başarılı saydığımız kişinin ne kadar mutsuz, ne kadar problemli olduğunu, başarı uğrunda ne bedeller ödediğini medyadan görüyor, okuyor, duyuyoruz. Koç ve Sabancı?nın, İbrahim Tatlısesin, Seda Sayan'ın, Orhan Pamuk'un, Bush'un sadece bilinen anlamda başarılı oldukları için çok mutlu olduklarını söyleyebilir misiniz bana? Fakat yanlış anlaşılmasın ki biz bunları söylemekle başarısız olmaya, yeteneksizliğe, olduğun yerde durmaya övgüler düzüyor değiliz.

Şu bir gerçek ki bugünkü tek boyutlu başarı anlayışı mutluluktan çok mutsuzluk ve sorun üretiyor. Çünkü insanın derin yanına, dikey boyutuna, sonsuzluk arzusuna hitap etmiyor. Bu yönde bir hedef göstermiyor, sadece dünya hayatının sınırları içinde kalan, öteye geçmeyen, insanı daha üst hakikatlere taşımayan başarı ve kariyer tanımları insanı en sonunda mutsuz ediyor. Ömrünün en güzel elli yılını şirketine, başarıya, kariyere adamış iş adamı ya da iş kadını, maddi anlamda her şeye ulaştıktan sonra derin bir boşluk duygusuyla ölümün kapısında şunu soruyor: Bütün bunlar ne içindi peki?

Belki de bu yüzden yakın zamanlara kadar başarı yerin muvaffakiyet kavramı kullanılıyordu toplumumuzda. Baş olmak, başat olmak, başaklı olmak, başkarı olmak gibi çağrışımları işaretleyen başarı karşısında, elinden geldiğince gayret ve emek sarf ederek sonucu Allah'ın tevfikinden (yardımından, yaratmasından, takdirinden) bilmek şeklinde özetlenebilecek muvaffakiyetin tercih edilmesini düşünmek lazımdır. Belki de tevekkül ile tembelliği birbirine karıştırmayan, gayretiyle yeteneklerini sonuna kadar açarak başarısını (ektiği domateslerin büyümesini mesela) Rabbinden bilen sükunetli babaannem; hırs kumkuması, yarı erkekleşmiş, sürekli tedirgin yaşamaktan psikolojik dengeleri bozulmuş, başarısını narsizme (bir tür kendine tapınma) başarısızlığını depresyona dönüştüren modern kariyer ve bariyer düşkünü bayandan daha mutluydu. Ne dersiniz?

                                                                                                                                                                                                                                                                                         Kahire?de bulunan Keops Piramiti?nin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon taş bloktan oluştuğunu, günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl süreceğini, piramitin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramitin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunduğunu, yüksekliğinin (164 m.) bir milyarla çarpımının güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı verdiğini, taban alanının yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pi sayısını verdiğini, biliyor muydunuz?

Piramitlerin içerisinde ultrasound, radar, sonar gibi cihazların çalışmadığını, kirletilmiş suyun bir kaç gün piramitin içinde bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu, piramitin içerisinde sütün bir kaç gün süreyle taze kaldığını ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geldiğini, bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini, çöp bidonu içindeki yemek artıklarının hiç koku yaymadan mumyalaştıklarını, kesik, yanık, sıyrık ve yaraların piramitin içinde daha çabuk iyileştiğini, piramitin içinin yazın soğuk, kışın sıcak olduğunu, piramit kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş girdiğini ve bu günlerin doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu, biliyor muydunuz?

 

 

 ?18 Şubat 1979 yılında sahra çölüne kar yağmıştı. 
? ABD?de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin üçte biri ya hapiste ya da gözaltında tutulmaktadır.
? Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.
? Albert Einstein dokuz yaşına kadar düzgün konuşamamıştı.
? Amerika?da her saat 40 kişi kanserden hayatini kaybediyor.
? Amerika?da satışa sunulan ilk cd, Bruce springsteen`in "Born in Theusa" albümüdür.
? Amerikan havayolları, uçuşlarda yolculara sunduğu kahvaltılarda her tepsiden bir zeytini kaldırarak 1987 yılında 40 bin dolar kar etmiştir.
? Aslanlar bir günde 50 kez sevişebilirler.
? Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği vardır.
? Avustralya?daki tuvaletlerin sifon suları saat yönünde akar.
? Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.
? Başkan John F. Kenndy, yirmi dakikada dört gazete okuyabilirdi.
? Baykuş mavi rengi görebilen tek kustur
? Beethoven beste yapmadan önce kafasını soğuk suya sokardı.
? Bir Big Mac hamburgerin ekmeğinde ortalama 178 adet susam bulunuyor.
? Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır.
? Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
? Bir Erkek Hayatının Ortalama 3350 Saatini Tıraş Olmak İçin Harcar.
? Bir hamamböceği kafası koptuktan sonra açlıktan ölmeden dokuz gün yaşayabiliyor.
? Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükürük salgılar.
? Bir karınca kendi ağırlığının elli kati ağırlığı kaldırabilir.
? Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir kopeğinki kadar gelişmiştir.
? Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır.
? Bir kromozom bir genden daha büyüktür.
? Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer.
? Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir.
? Birinin yüzünü hatırlamak için beynin sağ tarafı kullanılır.
? Buckingham sarayında 602 oda bulunuyor.
? Bugüne kadar bilinen en ağır böbrek taşı 1.36 kg
? Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya?nın İshigaki Adası?nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.
? Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika?dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.
? Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.
? Central park`ta yüzmek yasalara aykırıdır.
? Çocuklar baharda daha fazla buyuyor.
? Dalmaçyalılar gut olmayan tek köpek cinsidir.
? Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur.
? Döllenmeden sonra çocuğun boyu 5 milyon kat buyur...
? Dünyada her dakika iki tane düşük şiddette deprem olmaktadır.
? Dünyada insan başına düşen karınca sayısı bir milyondur.
? Dünyadaki hayvanların yüzde sekseni altı ayaklıdır.
? Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.1878 yılının şubat ayında ? Connecticut New Haven?da yayımlanmıştı.
? Dünyanın bir numaralı domuz üreticisi ve tüketicisi cinliler.
? Dünyanın en büyük şeker ihracatçısı Küba?dır.
? Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu, bir günde 90 cm kadar uzuyor=.
? Eğer Barbie gerçekten yaşasaydı vücut ölçüleri 97?72 82 cm olacaktı.
? Eiffel Kulesi?nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır.
? Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edilmiştir.
? En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa?dır.
? En yakin oldukları noktada, Rusya ve Amerikanın birbirlerine uzaklıkları dört km `den daha azdır.
? Erkekler kadınlara göre on kat daha fazla renk koru oluyorlar.
? Eskimo dilinde kar yağışlarının farklarını tarif etmek için kullanılan yirmiden fazla sözcük vardır.
? Fareler kusamaz.
? Filler zıplayamayan tek memelidir.
? Gecen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.
? Global ısınma yüzünden yükselen deniz seviyesi 2050 yılında Shangai ve deniz kıyısındaki diğer cin şehirlerinde büyük sellere neden olacak. Bu sellerde 76 milyon kişi evsiz kalacak.
? Gözleri açık tutarak hapşırmak imkânsızdır.
? Gözlerimiz hiçbir zaman büyümez. Ama burnumuz ve kulaklarımızın büyümesi asla sona ermez.                 

Yağmurun Oluşumu

Yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar. Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlarda ise, tam da bu süreçlerden söz edilmektedir. Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bildirilir

Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler. (Rum Suresi, 48)

Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim:

1.EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..."

Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.

2.EVRE: "... böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..."

Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gökyüzü bulutlarla kaplanır.

3.EVRE: "... nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün."

Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar, buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar. Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir. Bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır.

NANO TEKNOLOJİ


Nanoteknoloji Nedir?

"Nano" Yunancadan ve Latinceden alınmış bir sözcüktür ve anlamı cüce demektir. Ayrıca kısaltma olarak milyarda bir olarak da kullanılır. Buna göre nano metrik sistemin içinde bir metrenin milyarda biri veya bir milimetrenin milyonda biridir.

Maddelere, milimetrenin milyonda biri büyüklüğündeki yapılara inerek yeni sentez özellikleri kazandıran nanoteknoloji, yakın gelecekte tüm dünyanın sanayi kollarına ve insan hayatının her yönüne yön verecek. Nano Teknoloji, Atom ve molekül ölçeğinde özel yöntem ve tekniklerle yapıların, materyallerin ve araçların inşa edilmesini; bu ölçekte ölçme, tahmin etme, izleme ve yapım faaliyetlerinde bulunmayı ve bu ölçeğin bazı temel özelliklerinden yararlanma kabiliyetini ifade eder.

Bilgi teknolojileri ve internet geleneksel-kurulu piyasalarda ve mevcut teknolojik altyapı içerisinde yaşamımızı değiştiren uygulamalara sahne olmuştur. Nano teknoloji kullandığımız aletler, bilgisayarlar, yapılar, elbiseler ve materyalleri değiştirecek ve yeni ürünler, piyasalar ve yaşam tarzını gündeme getirecektir. Nano teknoloji, yalnızca minyatürize olmuş ürün ve üretim yapıları ortaya çıkarmayacaktır; bunun yanı sıra üretim sürecinde kullanılan materyaller atom ve moleküler düzeyde ele alınıp işleneceğinden atom (kuantum) fiziği devreye girecektir. Bu anlamda nano teknoloji çeşitli alanlarda yeni teknoloji, piyasa ve ürünlerin ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır.

Almanya bu konular üzerinde öncülük yapmaktadır ve 1 Milyar Dolardan fazla Nano-araştırmasına yatırım yapmaktadır. IBM, Fujitsu ve Intel´de Nano teknik dâhilinde mikroskobik küçüklükte Çipler üretmek için çalışmaktadırlar.

Amerika"da özel sektör hariç sadece devletin nano teknolojiye ayırdığı kaynak 2003 yılı için 600 milyon dolar. Japonya"da ekonominin temel dinamikleri elektronik sektörüne dayandığı için bu ülke nano teknoloji çalışmalarına 500 milyon dolar kaynak ayırıyor. Başta Çin olmak üzere Rusya, Almanya ve İngiltere de konunun önemini kavradı ve bu yöndeki çalışmalara kamu bütçesinde yer veriyor. Son zamanlarda önemli gelişmeler kaydedilen nano teknolojiyle metrenin milyarda biri oranında suni parçalar üretmek mümkün. Bu teknoloji yardımıyla uzun süre solmayan boyalar, etkisini hızlı gösteren ve daha etkili ilaçlar veya daha uzağa gidebilen golf topları üretilebiliyor. Bu alanda, hükümetin de desteğiyle önemli gelişmeler kaydeden Tayvan, 2012´ye kadar 32 milyon dolarlık ürün üretecek. Böylece 350 milyar dolarlık Tayvan ekonomisinin yüzde 10´unu kaplayacak.

Bugün hayal gibi görünse de, kullandıklarımızdan binlerce kat hızlı bilgisayarlar, damarların içinde ilerleyerek hastalıkları tedavi edecek nano aygıtlar, organların içinde ameliyat yapabilecek robotlar, betondan daha dayanıklı plastik binalar, hareketleri şarj edilmiş elektrik ile sağlanan yapay kaslar, çok daha hafif ve gelişmiş silah sistemleri gelecekte karşımıza çıkacak. Enerji konusundaki temel sıkıntı olan enerji sarfiyatı sıfıra inebilecek ve zararlı her tür atıktan kurtulmak mümkün olacaktır.

İnsanoğlu hayal ettiklerini gerçekleştirir. Nanoteknoloji insan hayatında nasıl gelişime sebep olur bir düşünelim ve fikir yürütelim. Mesela, paranın hiç kullanılmadığı bir sistem düşünelim, bu sistemde kredi kartı yerine nano teknoloji sayesinde geliştirilmiş ve içinde hemen her bilgi bulunduğu bir kart düşünelim, çalışanın maaşı ve birikimleri bu kartta hatta biraz daha ileri gidelim ve kimlik, ehliyet, pasaport, okul kimlikleri gibi birçok belge bu nano teknoloji sayesinde tek kartta toplansın. Bu kartta kişinin sağlık bilgileri doktor kontrolleri, geçirdiği ameliyatlar gibi gerekli bilgiler olsun. Hayal gücümüzü biraz daha zorlayalım ve aile bireylerinin anne babanın geçirmiş oldukları rahatsızlıklar da bu kartta olsun. İnsan hayatına getireceği kolaylıkları düşünmemizde sadece bir kapıdır bu yazdıklarım. Bunlar size sadece güzel bir hayal gibi gelebilir ama yakında hem de çok yakında nano teknoloji hayatın merkezine oturacak gibi görünüyor.

Tıp alanında da nano teknoloji hızla kullanılır hale gelmiştir. Uzmanlar bilimde bir devrim olarak ifade edilen nano teknolojinin bu sorun karşısında işe yarayıp yaramayacağını sınamak üzere, önce kobay olarak belirlenen hamsterlerin görüşü sağlayan optik sinirlerini kesti. Böylece kemirgenler kör oldu. Bunun ardından kopuk olan noktaya nano tanecikler yani mikroskobik büyüklükte tanecikler içeren bir sıvı enjekte edildi. Sıvının yardımıyla sinirler kendilerini onardı ve görüş imkânı geri kazanıldı.

Nano teknoloji kullanılarak gerçekleştirilen bir uygulamayı patent ile koruyan ülkeler; yirmi yıl boyunca o teknolojiyi kullanacak diğer ülkeleri kendilerine bağımlı hale getiriyorlar.

Bilgi teknolojileri ve internet geleneksel-kurulu piyasalarda ve mevcut teknolojik altyapı içerisinde yaşamımızı değiştiren uygulamalara sahne olmuştur. Nano teknoloji kullandığımız aletler, bilgisayarlar, yapılar, elbiseler ve materyalleri değiştirecek ve yeni ürünler, piyasalar ve yaşam tarzını gündeme getirecektir. Devlet ya da devlet büyüklüğündeki işletmeler artık nano teknolojiyi bir adım ileriye götürecek atılımlar içinde olmak zorundadırlar. Ya bir adım ileri ya da bir yüzlerce adım geriye düşeceklerinin farkına bir an önce varmalılar. Nano teknolojiye sahip çıkan mutlaka kazanacaktır.

BAZI ÜLKELERDE NANOTEKNOLOJİYE YÖNELİK ARAŞTIRMA VE   UYGULAMALARI

BATI AVRUPA'DA NANOTEKNOLOJİ

Özellikle İngiltere, Almanya, Fransa, İsveç ve Hollanda'nın güçlü gözüktüğü Batı Avrupa'da İngiltere Ulusal Fizik Laboratuarı ve DTI tarafından 1986 da başlatılan Ulusal Nanoteknoloji Girişimi (NION) ile nanoteknolojide erken bir başlangıç yaptı. Önce nanoteknoloji enstitüsü kuruldu ve "1998-2002 Öngörü Programı" nanoteknolojiyi stratejik bir ilgi alan olarak ilan etti. Ulusal girişimlerin yanında tüm Avrupa'yı kapsayan programlar yürürlüğe sokulmuştur. Nanoteknoloji, Ekim 2000 yılında öncelikli araştırma alanı olarak belirlenen Avrupa Birliği'nde, 1998-2002 arasında 82 milyon euro ayrılmış, 2002-2006 yılları arasında kapsayan 6. çerçeve Programında ise 1,3 milyar euroluk kaynak kullanılmıştır. Nanoteknolojide AR-GE yapan Avrupa'nın büyük çok uluslu şirketleri; Philips, Siemens, Bayer, Henkel, Degussa, Thompson CSF ve Air Liquide'dir.

ABD'DE NANOTEKNOLOJİ

2000 yılında Başkan Clinton'ın onayladığı ve hücum edercesine başlanılan "Ulusal Nanoteknoloji Girişimi" dünyanın dikkatini bu alana çekti. 1997 de 116 milyon dolar olan hükümet desteği 2000 yılında 270 milyon dolar ve 2001 yıllında 422 milyon dolar olarak onaylandı. 2002 için 520 milyon dolarlık bir bütçeye karşılık 2003 yılında 710 milyon dolar öngörülmüştür. Nanoteknolojide aktif büyük şirketler Dow Chemical, Mobil, Hewlet Packard, IBM, Chevvon, Dupont ve diğerleri. NASA'ın yeni gözdeleri "Nano-uydular" ve üzerinde çalışılan bu nanoteknoloji ürünüydü modeli 30 cm çapında ve 10 cm kalınlığında bir silindir. 2007 yılında çok sayıda nano uydu ayrıntılı ölçümleri yapmak üzere dünyanın manyetosfer alanına gönderilmesi planlanıyor Amerikan ordusu ise askerleri neredeyse görünmez yapan, insanüstü kuvvet veren ve anında tıbbi bakım sağlayan yeni bir askeri üniforma peşinde. Görevi alan ünlü Massachusetts Teknoloji Enstitüsüdür (MIT). Enstitüye, tehlikeyi sezebilen ve mermi ve biyolojik veya kimyasal silahlara karşı koruyabilen zırh geliştirmesi için 5 yıllığına 50 milyon dolar verildi. MIT'e baglı ??Asker Nanoteknolojileri Enstitüsünün'' müdürü Ned Thomas "Henüz istediğimiz aşamada değiliz ancak, bu bir bilim kurgu da değil" diyor. Bunun hepsi "Nanoteknoloji" adi verilen tanecik büyüklüklü malzeme ve cihazların geliştirilmesi ve üniforma kumaşına yerleştirilmesiyle başarılabilecek. "Süperşarjlı ayakkabılar", askerler zıpladıklarında enerjiyi serbest bırakabilir ve onların 6 metrelik bir duvarı aşmalarını sağlayabilir. "Mikroreaktorler", kanamayı tespit edebilir ve basınç uygulayabilir. "Işık saptırıcı malzeme", giyeceği çevre ile uyumlu hale getirebilir. MIT araştırma merkezleri ordu ile işbirliğinden çok daha önce nanoteknoloji fikirleri üzerine çalışmaya başladılar ancak, akıllarında askeri uygulamalar yoktu. Ancak, Thomas devrim niteliğindeki ilerlemeler için temellerin oluştuğunu söyledi. ABD'de pek çok nanoteknoloji enstitüsü ve merkezi açılmış durumda ve sayıları hızla artıyor. Ayrıca, bazı üniversiteler "Nanoteknoloji dersleri" vermeye başladılar. Sayıları gittikçe artan bu üniversitelerden bazıları Caltech, Harvard, MIT, NC State, Rice, USC ve UC-Berkley'dir.

Nanoteknoloji konulu dersler, ABD de lisan seviyesine kadar indirilmiştir. Nano ölçekli işlemler, nanoyapılı malzeme ve cihazlar, nanobiyoteknoloji, nanoparçacık bilimi ve mühendisliği, nano ölçekli üretim  adları altında birçok üniversitede bu doğrultuda lisansüstü eğitim başlamıştır. Ayrıca ABD Ulusal Bilim Vakfı, National Science Foundation (NSF) nanoteknolojide lisans eğitimine 2002 yılı itibarıyla 200 milyon dolarlık kaynak ayırmış, Wisconsin, Cornell, Harvard, Nothwestern gibi çeşitli üniversitelerde eğitim modülleri oluşturmuştur.  İlk etapta 10 yerde bu modüller başlatılacaktır.

JAPONYA'DA NANOTEKNOLOJİ

Japonya, uzun yıllardır nanoteknolojiyi koordineli bir şekilde destekliyor. Son yıllarda nanoteknolojiye mali destek ciddi olarak arttı, örneğin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı (MİTİ) nanoteknoloji talebi nedeniyle 2002 bütçesini %49,3 artışla 31,8 milyar Yen'e çıkardı. Bu alana toplam devlet desteği 1997 de 120 milyon dolar iken 2000 yılında 245 ve 2001 yılında 465 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Ayrıca, şirketlerin bu konu ile daha fazla ilgilendikleri gözlenmekte. 194 teknoloji şirketinde yapılan son araştırmaya Gore, %43'ü nanoteknolojide AR-GE çalışmalarına başladı. Fuji, Hewlet-Packard Japan, Hitachi, Mitsubishi, NEC ve Sony gibi şirketler AR-GE çalışmalarına yaklaşık 100 milyar Yen katkıda bulundu.

RUSYA'DA NANOTEKNOLOJİ

Uygulamaları:

1) Boyutları atom ve moleküllerle karılaştırılabilecek ölçüde elektronik devrelerin yapımı.

2) Bir molekül büyüklüğünde nanoaletlerin, nanorobotların geliştirilmesi.

3) Tuğla ve briket örerek bir binanın yapımına benzer şekilde atom ve molekülleri tek, tek yakalayarak çeşitli maddelerin sentezlenmesi. 

Bu iki şekilde yapılmaktadır:

a) Mevcut bir maddenin yapısında atomların düzenini değiştirmek. Karbon yapısını değiştirerek elmas üretmek bu uygulamaya iyi bir örnektir.

b) Küçük moleküllerden büyük molekülleri sentezleme, buna su ve karbondioksitten bitkiler gibi şeker ve nişastayı sentezlemek örnek gösterilebilir. 

Rusya'da sadece bugünkü yapıda değil, nörolojik yapıda da olabilen çok hızlı bilgisayarların üretimine, Opto elektronikle yüksek bant genişliğinde foto alıcıların yapımına, kimya endüstrisinde radikal değişiklik yapacak nonoteknolojik elektronik üretim mümkün olacaktır. Başlıca laboratuarlarda oldukça ileri mesafe alınmıştır 

POLONYA'DA NANOTEKNOLOJİ

Uygulamaları: Nanokristal tozlar, metallerden nano maddeler ve nano maddelerin elektronikte kullanılması, organik nano maddelerin sentezi, yumuşak, manyetik nano maddeler, şarj edilebilir lityum pil ve aküler üretimi için seramik nanomaddeler sentezi, polimer-yapı ve yüzey-hacim özelliğinden nano bağlantı araçlar yapımı.

ÇEK CUMHURİYETİ'NDE NANOTEKNOLOJİ

Uygulamaları: Yeni teknoloji ve yoğun madde nanomaddeler, moleküler biyofizik ve nükleik asitler, proteinler ve porfirinler araştırılırken, bir yandan da yarı iletkenler manyetooptik çalışmalar yapılıyor. Nanokompozitler ve magnezyum alaşımları, nanokristal tozlar, ince tabaka ve  metal kaplama, makro molekül fiziği ve plazma polimerleri, yüzey değiştirme, plazma polimer matrikslerde yarı iletken ve metaller, nanokompozit maddeler üretimi, fizikokimya enstitüsünde cam üzerinde CdSe nanokristalleri çöktürme, CsCl matrikste CsPbCl ve InAs  nanokristalleri araştırılıyor. Yeni bilgisayar malzeme ve araçları üzerinde çalışma, blok copolimer mişeller, nano kaplama yüzeyler ve yarı iletken nano yapılar, fulleren ve nanotüp üretimi, NMR spektroskopisi ile organik, biyoorganik molekküller ve moleküler modellerin incelenmesi, nükleik asitler, proteinler, polimerlerin yapıları ve tayini, süper manyetik toz nanoparçacıklar akıllı moleküller ve yapılar, nanometrik boyutta ince yüzey kaplamaları, fonksiyon derecelendirme araçları, nanoyapılar, yapısal seramikler, gelişmiş teknolojik işlemler, kesit yerlerinin dayanıklılığı, nano benzerlik ölçümleri, silisyum üzerinde hologram oluşumu.

DİĞER ÜLKELERDE NANOTEKNOLOJİ

Dünyada ilk nanoteknoloji dersi veren üniversite; biyosensorlar ve nanoyapılar ağırlıklı eğitimi ile Avustralya Maki Flinders Üniversite'si oldu. Avustralya, Kanada, Çin, Doğu Avrupa, Bağımsız Devletler Topluluğu, İsrail, Kore, Singapur ve Tayvan 1997 yılında hükümet destekli AR-GE için 70 milyon dolar harcarken bu rakam 2000 yılında 110 milyon dolar ve 2001 yılında 380 milyon dolar olarak gerçekleşti.

TÜRKİYE'DE NANOTEKNOLOJİ

Türkiye'de bazı üniversitelerde daha ziyade kişisel çabalarla nano ve mikro ölçekli malzeme, yapı ve cihazlar ile çalışmalar yapılıyordu. Doğrudan nanoteknoloji adı altında olmasa bile bu konularda çalışma yapılan baslıca üniversiteler arasında ODTÜ, Bilkent, Sabancı, Balıkesir, GYTE sayılabilir. Ayrıca TUBITAK-MAM'daki YİTAL (Yarıiletken teknolojileri araştırma laboratuarları) henüz mikro düzeyde cip üretimi yapmakla birlikte nanometre seviyesindeki üretime yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. Ama öte yandan UNAM'ın kuruluşuyla nanoteknoloji alanında büyük bir gelişme sağlanacak.

Nanoteknolojinin dünyanın her yerinde hızla popüler hale gelirken Türkiye'de önce bilim çevrelerinde, daha sonra sanayi kuruluşlarında önemi vurgulanmaya, medyada sık sık yer almaya başladı.  Konu çevreden o kadar çok destek aldı ki bazen bilinen teknolojiler önüne ?nano' kelimesi eklenerek bir anda nanoteknolojiye dönüştürüldü. Bu arada Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Bilkent Üniversitesi'nde başlatılan "Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi Projesine" önemli bir destek sağladı.

Nanoteknolojinin öncelikle malzeme ve biyoteknoloji alanlarında gelişeceği, ancak 10-15 yıl sonra elektronik ve spintronikte, özellikle moleküler elektronikte ağırlığını hissettireceği beklenmektedir. Nanomalzemelerin olağanüstü özellikleri hemen hemen her alanda; savunma sanayinde, tekstilde, otomotiv sanayinde, inşaatta, yeni tedavi yöntemlerinde ve ilaç sanayinde devrim yaratacaktır. Sürtünmesiz yüzeyler sayesinde taşıtlarda motor yağı değiştirme sorunu ortadan kalkabilecek, kir tutmayan tekstil ürünleri belki çamaşır makinelerini ortadan kaldırabilecek. Binalardaki betonarme kolonların kesitleri küçülüp elastik özellikler kazanacaktır. Nanoelektronik alanında milyonlarca aygıtı içeren bütünleşik devre yapımında ve aygıtların iletkenlerle birbirlerine bağlanmalarında sorunlar bulunmaktadır. Kendi kendine yapılanan moleküllerle bu sorunun çözülmesi biraz zaman alacağa benzemektedir. Üzeri metal ile kaplanarak DNA'dan yapılan transistorların DNA replikasyonu yöntemi ile bütünleşik devreye dönüştürülmesi bilim adamlarının üzerinde çalıştıkları konular arasında yer almaktadır. Ekonomistler nanoteknolojinin yeni sanayi devrimi olarak 21. yüzyıla damgasını vuracağına inanıyorlar. Yakın bir gelecekte bir ülkenin nanoteknolojideki düzeyi o ülkenin gücünün bir göstergesi olacaktır.

Son yıllarda nanoteknolojide yaşanan hızlı gelişmeler ve dünyada yılda 5 milyar ABD dolarına erişen yatırımlar karşısında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı Bilkent Üniversitesi'nden sunulan proje aracılığı ile ulusal nitelikte bir nanoteknoloji araştırma merkezi kurulması için 11 milyon YTL destek sağladı. Bu proje 5 Ekim 2005 yılında başladı. DPT, nanoteknoloji araştırmaları için gerekli kaynağı önceleri dağıtmadan, gerekli sayıda araştırmacı ve uzmana sahip tek bir üniversitede toplayarak kısa zamanda sonuç almayı hedeflemiştir. Nanoteknolojideki yönelimler ve gelişmelere uygun olarak araştırma konularına nanobiyoteknoloji, nanomalzeme ve kimya, enerji ve hidrojen ekonomisi, nanotriboloji, yüzey kaplama, katalizör tasarımı gibi çok güncel konular da eklendi.  Ayrıca, disiplinler arası çalışmaya olanak vermek ve nanoteknoloji uzmanı yetiştirmek amacıyla ??Malzeme Bilimi ve Nanoteknoloji'' yüksek lisans ve doktora programı açıldı. Bu programda üstün nitelikli yüksek lisans ve doktora tez çalışmaları ile bilime yapılacak önemli katkı kadar yeni nanoteknoloji ürünlerinin geliştirilmesi de hedeflenmektedir. Böylece enstitü çevresinde kullanılacak teknoloji şirketlerinin geliştirdiği nanoteknoloji ürünlerini bütün dünyaya pazarlamalarını beklemekte. Geçmişte böyle bir hedefin gerçekleşebildiğini görüldü. Bir doktora öğrencisi tez çalışmaların da ürettiği hall aygıt mikroskobunu geliştirerek nanoteknoloji araştırmalarında kullanmak üzere dünya pazarlarına satmayı başarmıştır.

Yedi katlı ve net 8500 metrekare kapalı alanda 62 adet laboratuarı bulunan yeni UNAM binası bilim ve teknolojinin sınırlarında araştırmalara olanak verecek çok modern bir anlayışla tasarlanmıştır. Laboratuarların donatılarak enstitünün kademeli bir şekilde dünya standartlarında bir araştırma ortamına dönüşmesi 5 yıl sürecek ve bu süre içinde ekipman ve cihaz yatırımının yaklaşık 150 milyon YTL' ye erişecektir.

Enstitüde sürdürülecek büyük bütçeli proje çalışmalarının verimli bir şekilde yürütülmesi ve izlenmesinin, kısaca etkin proje yönetiminin yapılması ve sanayi kuruluşları ile ilişkilerin sürdürülüp, geliştirilen teknolojilerin ve innovasyon ürünlerinin pazara erişmesinin organizasyonu için yönetim-bilişim ve modern yönetim sistemleri üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Nanobilim ve nanoteknolojide bilimsel çalışmaları Bilkent Üniversitesi'nden 25 öğretim üyesi ve 45 araştırma asistanı yürütmektedir. İzleyen 5-6 yıl içinde çoğu fizik, kimya, moleküler biyoloji, malzeme bilimi, elektronik ve tıp konularının birinde doktoralı 40 kadar genç araştırmacının ve çok sayıda doktora öğrencisinin çeşitli araştırma projelerinde görev alması beklenmektedir. Ayrıca yürütmekte olduğu projeler kapsamında Koç, Sabancı, Anadolu, Ege, Pamukkale, Mersin, Kırıkkale, Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri ile işbirliği yapılmaktadır. Ayrıca ABD'nin çeşitli laboratuarlarında çalışmakta olan çok değerli Türk bilim adamları da UNAM'la ortak araştırmalar yapmaktadır. Çeşitli projeler kapsamında Roketsan, DYO, Arçelik, Vestel, Korteks gibi şirketlerle işbirliği ve müşterek AR-GE çalışmaları yürütülmektedir.

Nanoteknoloji disiplinler arası bir konumda bulunmaktadır. Enstitüde yapılacak eğitim ve araştırma çalışmaları temel bilimleri ve mühendislik konuları kadar sağlık bilimlerini yani tıp, eczacılık, tıp teknolojisi ve yeni tedavi yöntemlerini içermektedir. Ayrıca araştırma faaliyetlerinde geliştirilecek prototiplerin seri olarak imal edilip dış pazarlara sunulması sosyal bilimlerden pazarlama, işletme konularını yakından ilgilendirmektedir. Hidrojen ekonomisi araştırmaları ise hidrojenin elde edilmesinden depolanmasına, dağıtımını ve yakıt hücrelerinde yakılarak enerji elde edilmesini kapsamaktadır. Sağlık, fen ve mühendislik, sosyal bilimler ve enerji enstitülerince kapsanan değişik bilim dallarını içeren eğitim ve araştırma çalışmalarını değişik enstitüler yerine tek bir enstitü çatısı altında toplamak nanoteknoloji konularına daha iyi odaklanmayı sağlayacaktır.  Böylece, ülkemiz için bu kadar stratejik önemi olan nanoteknoloji eğitim ve araştırma faaliyetlerinin bölünmeden tek bir enstitü yönetimi çatısı altında daha etkin bir şekilde yürütülecektir.

NANOTEKNOLOJİNİN GELECEKTEKİ DURUMU

İnsanın fiziksel ve düşünsel performansını iyileştirmenin, üretkenliği büyük ölçüde artıracağı bir gerçektir. Bunun için, uzmanlar işe çalışma ortamlarından başlamanın daha doğru olacağını söylüyorlar. Çalışma ortamını iyileştirmek için birçok düşünce geliştiriliyor, taslaklar hazırlanıyor ve uygulamaya konuluyor. Bu, elbette endüstride rekabeti kızıştırıyor; çeşitli ülkelerden firmalar, verimi ve kaliteyi arttırmanın yollarını arıyorlar. Nano ölçekteki nesneler, daha az enerji ve malzeme gerektireceklerinden, nanoteknoloji üretim için en verimli boyutlarda çalışılabileceğinin işaretlerini veriyor. Bununla birlikte, yeni kuşak birleşik teknolojiler, tüketiciler için daha yüksek kalite ve üreticiler için daha düşük maliyet sağlama potansiyeline sahip daha karlı gelişmeler sunabilecek. Örneğin, nanoteknoloji, biyoteknoloji ve bilişsel bilimlerin daha yoğun biçimde kullanılması, atık ve kirliliği azaltacak ve üretim süreçlerinin, üretim bantlarının hızla yeniden hazır hale getirilmesine olanak tanıyacak.

Endüstri ve iş dünyası daha şimdiden, küresel ölçekte ağlarla yeniden yapılanmaya başladı bile. Biyolojinin, nano ölçekte tasarım ve IT denetimiyle birleşmesi, hem model çıkarmaya, hem de müşteri odaklı üretimin gelişebilmesi için fiziksel süreçlerin özelleşmesine katkıda bulunacak potansiyele sahip.

İnsan vücudu ve beyniyle ilgili çalışmalar nanoteknoloji, biyoteknoloji, bilişim teknolojileri ve bilişsel bilimler araştırmalarında belki de en çok ses getirecek olanları. Algısal kapasiteyi, biyohibrid sistemi ve metabolik değişmeleri denetlemek ve gerekli müdahalelerle iyileştirmek, insan performansını geliştirmek için öncelikle dikkate alınması gerekenlerden biri. Görme ve işitme engelliler için, modellemeler ya da beyin-makine ara yüzü gibi tıbbi duyumsal implantlar çok büyük kolaylıklar sağlayabilir.

Hücrelerdeki denetim mekanizmalarının, yapılan çalışmalar sonucunda özel dokular, organlar ya da tüm vücuda yayılması mümkün. Dayanıklılığı ve uykusuzluğa direnci arttıran ya da metabolizma kritik bir tıbbi durumdayken, kanın oksijeni en iyi biçimde kullanmasını sağlayacak kimi uygulamalar geliştirilebilecek. Bilim adamları, benzer şekilde, hastaların ilaç toleranslarını ölçmeye yönelik gerçek zamanlı genetik testler ve vücuda hormon salımını düzenleyen ve izleyen pankreas görevi gören aletlerle ilgili projelerin de geliştirilebileceğini söylüyorlar. Entelektüel kapasitenin arttırılması, beynin daha iyi anlaşılabilmesini ve işlemlerin simüle edilebilmesini gerektiriyor. İnsan beyninin yapısı, işlevi ve fonksiyon bozuklukları hakkında artan bilgiler, bilişsel kapasiteyi arttırma konusunda yeni olanaklar sağlayabilir. Yapay bir beyin, belki bu keşifler konusunda bir araç olarak kullanılabilir, özellikle de eğer bilgisayarlar gerçek beynin işleyişine çok yakın simülasyonlar gerçekleştirirlerse.

Nanobilimler ve nano ölçekli hücre biyolojisindeki ilerlemeler yardımıyla, insanın fiziksel ve düşünsel yeteneklerinin ömür boyu sürdürülebilir kılınması kolaylaştırılacak. Gen terapisiyle erken yaşlanma sendromlarının tedavisi yaygınlaşacak ve milyonlarca insana daha uzun ve kaliteli bir yaşam sürme olanağı sağlanacak.

İletişim ve eğitim de bu gelişmelerde önemli yere sahip alanlar. Bilim çevrelerinde, beyinden beyine, beyin-makine-beyin ya da grup etkileşimi gibi yeni iletişim örneklerinin 10-20 yıl içinde gerçek olacağına dair ciddi haberler dolaşıyor. İnsan beyniyle aynı güçteki taşınabilir, hatta giyilebilir bilgisayarlar, her konuda bilgi sağlayabilecek kişisel yardımcılar ya da aracılar gibi davranacak.

NANOTEKNOLOJİDE NASIL BİR ÜRETİM GERÇEKLEŞİR?

Günümüzde kullanılan üretim teknikleri, moleküler anlamda çok kaba tekniklerdir. Döküm, taşlama, tornalama vs. atomların büyük kitleler halindeki hareketlerine dayanır. Yapı taşları olan atomlar tek tek alınıp istenildiği gibi, üstelik de ucuza mal olacak şekilde birleştirilebilir. Bu gelişme özellikle bilgisayar sektöründe önümüzdeki yıllarda kullanıldığında tümüyle daha temiz, daha dayanıklı, daha hafif ve daha hassas ürünlerin üretilmesi mümkün olacaktır.

Nanoteknolojiyle ilgili iki kavram daha vardır; mikro montaj ve kendi kendine çoğalma. Mikro montaja olan ihtiyaç moleküler robot sanayisine olan ilgiyi artırıyor. Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu olabilecek. Bu nanomakineler aslında günlük hayatta kullanılan aletlerin ve sistemlerin çok küçük birer kopyaları olacaktır.

Nanomakinelere en iyi örnek tüm canlıların hücrelerinde bulunan ve hemen hemen her çeşit proteini üretebilen ribozomlardır. Ribozomlar oldukça küçük organellerdir (sadece birkaç mikro metre küp boyutunda) ve amino asitleri hassas çizgisel bir sırayla arka arkaya dizer ve proteinleri oluştururlar. Bu işlem için ribozomun belirli bir amino asidi seçebilme tekniği vardır. Bunu özel bir tür transfer RNA molekülünün yardımıyla yapar. Ribozomun bu işlemde izleyeceği sıra ona haberci RNA (mRNA) tarafından bildirilir. İşte ribozomların bu işleyiş prensibi, mühendislik alanında uygulanabildiğinde nanoteknoloji hayatımızın her yönüne hitap edecektir.

Nanoteknoloji, benzeri görülmemiş özelliklerdeki yeni aygıtları üretmek için atomların ve moleküllerin bilinen özelliklerini kullanacaktır. Eğer bilim adamları bağımsız atomları ve molekülleri bir yapılanmada belli ölçülerde ve sürede bir araya getirebilirlerse, bu buluş "Programlanabilir kendinden inşa ve türeyen makineler çağı"nın başlangıcı olacaktır.

Nanoteknoloji ile üretim yapabilmek için bilim adamlarının üzerinde çalıştığı üç temel adım vardır:

Bilim adamlarının bağımsız atomları tek tek kontrol edebilmeleri için tek bir atomu tutup istenen noktaya getirebilmeyi sağlayacak bir tekniğin geliştirilmesi.

İkinci adım nano ölçekli gözlem yapabilen, atomları ve molekülleri isteğe göre kontrol etmeye programlanabilen iş makineleri, yani derleyiciler üretmektir. Uygun bir zaman çerçevesinde eşya üretebilmek için trilyonlarca derleyicinin kullanılması.

Üçüncü adım olarak ise, yeterli sayıda derleyiciyi elde etmek için var olanı sayısız kez "Çoğaltmaya", "Kopyalamaya" programlanabilecek çoğaltıcıları geliştirmesi. Otomatik bir şekilde belirli bir ürünü üretmek için bu nanomakinelerin trilyonlarcası bir arada çalışarak alışılmış üretim kalıplarını değiştirecek, üretim maliyetini neredeyse sıfıra indirgeyebilecek, bol üretim yapılabilecek ve ürünler hiç olmadıkları kadar ucuz ve sağlam olabilecektir.

Atomları ve molekülleri taşıyacak, yerleştirecek küçüklükteki ilk robot kolun yapılmasıyla nanoteknolojinin ilk aşaması gerçekleşmiş olacaktır. Böyle bir minyatür robot kolun ürettiği robot kollar da kendi benzerlerini ve diğer nano ölçekli aygıtları yapacaklardır. Sayıları trilyonlara ulaştığında da süper nano bilgisayarlar tarafından kontrol edilen bu sürü ile nesneler üretilebilecektir.

NERELERDE KULLANILABİLECEK?

Nanoteknoloji birçok bilim dalını kapsamasına karşın tıp alanında oldukça çarpıcı gelişmelere imkân tanıyacaktır. Uzmanların görüşüne göre; gelecekte mikroskobik robotlar vücudun dolaşım sistemine girerek hücre seviyesinde onarım yapıp hastalıkları iyileştirebilecek. Nano algılayıcılar insan vücudundaki hastalıkları çok önceden saptayarak erken tedavi olanağı tanıyacaktır. Dahası ameliyat esnasında vücudun sadece hastalıklı bölgesine inen mikroskobik cihazlar; yiyecekleri saran ve bakteriyel bozulma olduğunda rengi değişen alüminyum folyo gibi ürünler elde edilebilecektir. Bu teknolojiyle üretilen minik aygıtlar adeta minik birer denizaltı gibi damarlarımızda dolaşabilecek, yönlendirdiğimiz hücreye alıcıları vasıtasıyla yapışabilecek ve mikro makaslarıyla adeta bir cerrah gibi hücredeki aksaklıkları giderebilecek, hatta DNA üzerinde değişiklikler yapabilecekler.

Bu konuda en çok gelecek vaat eden ise nanomateryallerdir. Çok hafif ve dayanıklı olacak olan bu materyallerden yapılacak araba, uçak ve uzay araçları ile çok az enerji tüketimiyle daha uzun ve güvenli yolculuklar yapılabilecektir. Ayrıca doğada mevcut olan birçok teknoloji hayata geçirilebilecek örneğin; lotus çiçeği yaprağının hiç ıslanmaması ve kirlenmemesi özelliğinden yararlanılarak kirlenmeyen, ıslanmayan kaşıklar, çatallar, tabaklar, elbiseler üretilebilecektir.

Nanoteknolojinin Uzun Vadede Kullanılacağı Alanlar

1) Mikroskobik moleküler bilgisayarlar, enformasyon teknolojisi dünyasında bir devrim yaratacaklardır. Moleküler bilgisayarlar sadece hesap ve işlem yapmayacaklar, aynı zamanda kendilerini de çoğaltabilecekler.

2) Bütün eşyalar atomlarına kadar ayrılıp tekrar daha yararlı malzemelerin üretilmesinde kullanılabileceğinden mükemmel bir geri dönüşüm sağlanmış olacak.

3) Dünyadaki çevre kirlenmesinin önünün alınması ve mevcut kirlenmiş kaynakların otomatik olarak temizlenmesi mümkün olabilecektir.

4) Medikal Nanoteknoloji alanında sanal olarak hastalıkların önüne geçilmesi ve yaşlanmanın yavaşlatılması mümkün olabilir. Bir süper bilgisayar tarafından kontrol edilen ve vücudumuzun yapay bağışıklık sistemini oluşturacak nanorobot ordularının üretilmesi; moleküler seviyede hücrelerin tamir edilmesi, DNA'yı işleyebilecek hatta yaşlanmayı durdurabilecek robotların üretilmesi teorik olarak mümkündür.

5) Vücuda gönderilecek programlanabilir makinelerin kullanımları çok geniş olabilir. Hatta vücuda ek bir bağışıklık sistemi de kazandırabilirler. Hedef hücrelerin özellikleri programlandığında, mesela grip virüslerine saldırabilir ve bünye hastalanmadan virüs istilasını durdurabilirler. Aynı zamanda vücuttaki her bulguyu rapor edip doktorluk da yapabilirler.

6) Asfalt yerine yüksek etkinlikli ve kendini türetebilecek solar hücrelerden oluşan yollar dünyadaki enerji üretimini dörde katlayabilir.

6) Moleküler gıda sentezi ile kıtlık ve açlığın önlenmesi mümkün olabilir.

7) Nanoteknoloji çevre konusunda da kullanılabilir. Temiz su kaynaklarını kirleten maddeler ayrıştırılabilir, denize dökülen petrol çözülerek temizlenebilir.

8) Atom seviyesinde üretim yapılacağından çevreye verilecek zarar minimuma indirilebilir.

İLK GELİŞMELER NASIL SONUÇ VERDİ?

Nanoteknoloji alanında başta NASA olmak üzere dünyanın pek çok büyük araştırma merkezleri ve önde gelen teknoloji enstitüleri milyonlarca dolarlık bütçelerle araştırmalarını büyük bir hızla sürdürüyorlar.

Colorado Bilim Konferansı'nda, 2004 yılı içerisinde, bir tuz zerresi üzerine monte edilebilecek 400 adet dünyanın en yoğun bilgisayarının ilk yürüyen çip yapımında kullanılabileceği, bunda başarılı olunduğu takdirde gelecek adımın sinek büyüklüğündeki bir robot böcek yapımı olduğu dünya basınına açıklanmıştı ve bu büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Bilgisayar alanında bu gelişmelere paralel olarak, malzeme bilimindeki araştırmalarla çelikten çok daha sağlam, fakat çok daha hafif ve esnek, nano ölçülerde karbon borular yapılmıştır. Üretim maliyeti günlük hayatta kullanılmasına şimdilik imkân vermeyen karbon boruların gittikçe ucuzlaması, imalat alanında bir devrim yaratacaktır. Başka örnek olarak deniz suyunu temizleme ve tuzdan arındırma amacıyla üretilen nanomakineler, aktive edilmiş karbon atomlarından, genişlikleri metrenin milyarda biri kadar olan "mikroborular" üretmekte kullanılabilirler. Elektrik akımıyla harekete geçirilen bu borular deniz suyundaki sodyum ve klor atomlarını ayrıştırabilirler. Bu teori de şu an proje aşamasına geçmiş durumdadır. A.B.D Boston Üniversitesi'nde bağımsız bir grup araştırmacı konu üzerinde çalışmalarına başlamıştır.

HAYATI NASIL DEĞİŞTİRECEK?

Arabanız değişik ihtiyaçlarınız için şekil değiştirebilecek. Görünmez bir el buzdolabından meşrubat şişenizi size getirecek. Tıpkı faks cihazının bu gün bir belgeyi basması gibi her çeşit tüketim maddesini üreten "Madde faksı" cihazınız olacak. Mikrodalga fırınınız leziz yemekler yapabilecek. Tabağınız, elbiseleriniz ve eviniz kendi kendini temizleyebilecek.

Medikal nanoteknoloji alanında sanal olarak hastalıkların önüne geçilecek, moleküler seviyede hücreleriniz tamir edilecek ve yaşlanma yavaşlatılacak. 50 yaşındayken kendinizi 25 yaşında hissedeceksiniz. Bir süper bilgisayar tarafından kontrol edilen ve vücudumuzun yapay bağışıklık sistemini oluşturacak nanorobot ordularının üretilmesi ile nüfuz edilemez bir bağışıklık sisteminiz olacak ve AIDS, EBOLA hatta nezle virüsleri size etki edemeyecek.

Ana arterlerinizde ve daha küçük damarlarınızda gezinen mini robotları düşünün. Vücudunuza bir defa zerk edildikten sonra çalışmaya programlanan nanorobot sürüleri kan dolaşımı ile (damarları otoyol, kanı taşıt olarak kullanarak) istenilen bölgelere gidip hep beraber hasar görmüş bir organı veya dokuyu tamir edebilecek, tıkanan damarları açabilecek veya hastalıklı hücreleri tahrip edebilecekler. Artık kalp krizi riskinden, enfeksiyona bağlı hastalıklara kadar birçok rahatsızlıktan kurtulacaksınız.

Vücuda zerk edilecek programlanabilir makinelerin kullanımları sonsuz olabilir. Hatta vücuda ek bir bağışıklık sistemi de kazandırabilirler. Hedef hücrelerin özellikleri programlandığında, mesela grip virüslerine saldırabilir ve bünye hastalanmadan virüs istilasını durdurabilirler.  

KİMLER NANOTEKNOLOJİ YAPABİLİR?

Madde ile uğraşan her araştırmacı nanoteknoloji kullanabilir ve bu alanda araştırma yapabilir. Araştırma sonuçlarını ise başta hekimler ve bilgisayar üreticileri olmak üzere tüm uygulamacı bilimciler kullanarak kendi mesleklerinin uygulamasını geliştirebilirler. Bu açıdan bakınca başta kimyacı ve fizikçiler olmak üzere tüm temel bilimciler ve uygulamalı bilimciler, yani mühendisler, hekimler, veterinerler, ziraatçılar nanateknolojinin geliştirilmesi ve uygulanmasında görev alabilir.

Katıhal fizikçileri, elektronikçiler, malzemeciler, makineciler, polimer kimyacıları başta olmak üzere organik kimyacılar, elektrokimyacılar, biyokimyacılar, biyologlar potansiyel nanoteknoloji araştırıcılarıdır.

Çağımızda endüstrinin geldiği düzey, bir yandan toplumun gereksinimini karşılayacak çok büyük ölçekli üretim, öte yandan yüksek kaliteli, gittikçe küçülen, nanometrik boyutlarda ileri teknoloji ürünleri ile hücre altı moleküler düzeyde işlemleri yapma, bunları teknolojiye aktarma (gen teknolojisi) noktasına ulaşmıştır.

Özellikle analitik kimyacılar bu yeni endüstrinin ürettiği maddelerin bileşimi ve yapısına yönelik sorularına cevap verebilmek için bir yandan eski analiz yöntemlerini değiştirirken, bir yandan da yeni teknolojiye uygun analiz yöntemlerini geliştirmek zorunda kalmıştır

ANALİTİK KİMYA VE NANOTEKNOLOJİ

İnsanlık tarihinin evrelerini her devirdeki toplumları yönlendiren gelişmelere göre  "çağ" adı verilen dilimler halinde gruplandırarak isimlendirmek daha bilimsel kabul görmüştür. Bir yandan tarihçilerin tercih ettiği eskiçağ, ortaçağ, yeniçağ ve yakın çağ gibi adlar altında zaman dilimleri, bir yandan da eski çağı yontma taş devri, cilalı taş devri, bronz çağı, maden çağı, tarım çağı, sanayileşme çağı, petrol çağı, uzay çağı, ileri teknoloji çağı, iletişim ve bilgi çağı gibi belirli zaman dilimlerini ve yaşam şeklini simgeleyen terimlerin de kullanılması tercih edilmiştir. İçinde yaşadığımız zaman dilimlerine geldikçe çağların süresi de kısalmış, özellikle son 50 yıl içerisinde çağa yön veren gelişmeleri izlemek kadar isimlendirmek de zorlaşmıştır. Her çağda toplumları sürükleyen yeni teknolojilerin o çağları şekillendirdiği  açıktır. Halen yaşadığımız çağa değişik adlar verilebilir. En çok sevilen ve tutunan adlandırmanın "Bilgi çağı" olduğu söylenebilir.

Çağımıza yön veren teknolojiler: Uzay teknolojisi, gen teknolojisi, iletişim teknolojisi, nanoteknoloji olarak dört ana grup altında toplayabiliriz. Bu gibi ileri teknolojiler analitik tayin ve kontrol yöntemlerinin gelişim yönünü de belirlemiştir.

Bilgi çağının teknolojisi de nanoteknolojidir. Çağımızda endüstrinin geldiği düzey, bir yandan toplumun gereksinimini karşılayacak çok büyük ölçekli üretim, öte yandan yüksek kaliteli, gittikçe küçülen, nanometrik boyutlarda ileri teknoloji ürünleri ile hücre altı moleküler düzeyde işlemleri yapma, bunları teknolojiye aktarma (gen teknolojisi) noktasına ulaşmıştır.

Analitikçi bu yeni endüstrinin maddelerin bileşimi ve yapısına yönelik sorularına cevap verebilmek için bir yandan eski analiz yöntemlerini değiştirirken, bir yandan da yeni teknolojiye uygun analiz yöntemlerini geliştirmek zorunda kalmıştır.

Analitik kimya, farklı maddeleri tanıma, onların bileşenlerini tayin etme sanatı olup kimyasal işlemlerin bilimsel veya teknik amaçla kullanıldığı her yerde karşılaşılan sorunlara cevap verebilmemizi sağlar. Analitik kimya ve analiz metotları madde sisteminin kimyasal bileşimini, (nitel-nicel analiz) madde yapısını (yapı tayini) inceleyen iki uygulama alanı doğrultusunda yöntemler geliştirir.

Kimyasal tepkimelerin kontrolü, kinetiği, akıllı moleküllerle kimyasal tepkimelerin yönlendirilmesi, biyokatalitik (enzimatik) olayların yönlendirilmesi, kristal düzeni, kristal yapı hataları ve bunlardan yararlanma, yüzey kimyası ve yüzeyin araştırılması, bu tekniklere uygun analiz ve kontrol tekniklerinin geliştirilmesi çağımız kimyacılarını, özellikle analitik kimyacıları nanoteknolojiye de yönelmeye zorlamıştır..

Günümüzde sağlık, ekolojik soruların ekonomik ve etik değerlere uygun araştırılması daha ön plana çıkmıştır. Bunun sonucu günümüzde analitikçi yaşanılan çevre ve  iş ortamının, solunan havanın, içilen suyun, yararlanılan nehirlerin, göllerin ve denizlerin, toprağın, yediğimiz gıdaların hatta insan ve hayvan bedeninin maddesel yapısına yönelik soruları yaptığı analiz sonuçlarını bir ekonomist gibi toplumsal politikalara yön verecek şekilde yorumlayarak ifade edebilmelidir.

NANOTEKNOLOJİDE KİMYANIN SİHİRLİ DEĞNEĞİ VE YÜZEYLER

Nanoteknoloji ismi çoğu kimseye fizik bilimini hatırlatmaktadır. Ancak, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da sihirli değnek yine kimyacıların ellerindedir. Malzemelerin sürtünme, yapışma, suyu sevme ya da sevmeme, biyolojik etkileşim ve benzeri "Yüzey Özellikleri" tamamen nanometre boyutlarındaki en üst katmanların kimyasal kompozisyonu ve morfolojisi tarafından belirlenir. Dolayısıyla bu yüzey özelliklerinin kontrollü ve akıllı bir şekilde kullanımı da tabii ki nanoteknolojiden geçmektedir.

Nanoteknoloji uygulamaları denilince de akla hemen pahalı ve yüksek teknoloji gerektiren ultra-yüksek vakum isteyen cihazlar (UHV), yüksek sıcaklıklar veya nanometre boyutlarında litografi yapabilen aygıtlar geliyor. Halbuki doğadaki örneklere bakıldığında birçok tepkime ve malzemenin üretimi oda sıcaklığında, normal şartlar altında ve sulu ortamlarda gerçekleşmektedir. "Lotus Yaprağı" veya "Köpekbalığı Derisi" örneklerinde olduğu gibi doğadaki canlılar yüzey özelliklerini mütevazi koşullarda kolayca ve hızlıca kontrol edebilmektedirler.  Yüzeyinde bulunan mikron ve nano seviyesindeki  çukur ve tepecikli yapılar sayesinde bitkinin yaprakları kesinlikle ıslanmamakta ve su damlacıkları yaprağın toprağa doğru eğimli şekli sayesinde toprağa doğru kayarken üzerindeki çamuru, küçük böcekleri ve diğer kirlilikleri de beraberinde taşımaktadır. Bu özellik aşağıdaki diyagramda da basitçe gösterilmektedir.

Aşağıdaki linklere tıklayarak nanoteknoloji ile ilgili birçok bilgiye ulaşabilirsiniz...

ULUSAL NANOTEKNOLOJİ

NANOTURK

BILKENT NANO

NANOTEKNOINFO

NANOTR